Madem ki mesut olmak mümkün değildir, olmaya çalışmakta, mesut olmazsa bile öyle görünmekte güzel bir metanet, bir kuvvet var geliyordu; o zaman tevekkülde bir zafer değilse bir güzellik, en çok da bir rahat bulunduğunu anlıyordu.
Başka çare olmadığını, alışmak gerektiğini görüyor, alışkanlığın büyük bir kuvvet bulduğunu anlıyordu ve etrafına bakınca herkesin hayatında da bir çok yara, çöküş, bela görüp alışkanlıkla bunları unuttuklarını düşünerek hayatı bu kadarcık müsadesi için bile seviyordu. İşte hayatında bulduğu en büyük iyilik, bütün kötülüklerini karşılayacak kadar büyük bir lütüf bu alışabilmekti, herkes felaketlerine tahammülle başlıyor ve tahammülle alışarak dayanabiliyordu.
Onu o kadar çok sevmişti ve severken saadete o kadar yaklaşmıştı ki hayatının bu darbeden kırılmaması mümkün değildi. Ve her şeyden çok, onun şu kadar küçük saadet ihtimalini bile bir yara yapmak isteyen kaderin elinde feryat ve ölmek arzusu hissediyordu.
Birden hayatını uzun bir Çöl gördü, yaşamaktan büyük bir yorgunluk hissetti ve “acaba vakit geldi mi?” diye düşündü, zira o kendini mutlaka intihara mahkum görürdü.