İltifâtındır sözüm bu resme rengîn eyleyen
Terbiyetle taşı la'l-i âbdâr eyler güneş
////
Güneşin, âdi taşı kıymetli la'l taşı hâline getirmesi gibi, benim sözlerimi bu kadar renkli eden de senin iltifâtındır.
Dâmen-i gerdûnu sanma lâle-gûn etti şafak
Sen meh-i bî-mihr içün her subh kan ağlar güneş
/////
Şafağın, göğün eteğini (ufukları) lâle renkli (kırmızı) ettiğini sanma; güneş, her sabah, sen acımasız sevgili için kan ağlar.
Aşık olmuştur sana ey mah-rû benzer güneş
Anun içün âsitanın her seher bekler güneş
////
Ey ay yüzlü! Sanki güneş sana aşıktır. Bu yüzden, her seher senin eşiğini bekler.
Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız,
buyuruluyor. Ne çok
zorlaştırıyoruz. Bir başkasının
sırtından yük almak varken
ekliyoruz. Yolu engebeli yerden
tarif ediyoruz. Tatlı dil varken
zehri tercih ediyor, samimiyet
varken mesafeler örüyoruz.
Zahmet verince rahmet tecelli etmiyor.
“Cihân-ârâ cihân içredür ârâyı bilmezler
O mâhiler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler.”
(Hayalî)
Yaratılanlar bu dünyanın içindedir dünyayı bilmezler,
balıklar koca denizin içindeler de denizi bilmezler.
Cihân-ârâ Cihân içredur ârâyı bilmezler,
O mâhiler ki deryâ içredur deryâyı bilmezler.
Yaratılanlar bu dünyanin içindedir dünyayı bilmezler, balıklar koca denizin içindeler de denizi bilmezler.
Ey gönül hâlimi derdinle diğer-gûn ettin
Göreyin odlara yan sen beni mağbûn ettin
Kanda kim bezm-i cemâl etdin eyâ
şâhid-i aşk
Dem-i uşşâkı o bezme mey-i gül-gûn ettin
Kâ'be-i kûyuna varmak bana farz olsa nola
Ayn-ı mâl oldu yaşım yüzümü altun etdin
Salalı gönlüme bünyâd gam ey Leylî-hırâm
Beni dîvârlara yazmalı Mecnûn ettin
Buldu bâtınla Hayâlî şeref-i âliyeyi
Ey kazâ zâhirin gerçi anun dûn ettin