Tolstoy denince birçoklarının aklına Savaş ve Barış ile Anna Karanina romanları gelir. Oysa Tolstoy aynı zamanda ciltler dolusu kısa hikaye de yazmıştır. Bu kitapta ünlü yazarın 1857-1903 yılları arasında kaleme aldığı dört öyküsünü okuyacaksınız, yazarlık dehasının habercisi ilk dönem öyküleri ile ustalığını perçinleyen birinci sınıf klasiklerini bir arada sindirme şansını yakalayacaksınız.
Tolstoy okuyucuları, yazarın 1895’te kaleme aldığı Efendi ile Uşak’ı en güzel hikayesi olarak kabul eder. Rusya’daki aristokrasi ile koylu sınıfı arasındaki çatışmayı çok iyi yansıtan bu hikayede Tolstoy, hikayenin iki ana karakterinin zihnine ve kişiliğine nüfuz ederek komünizm öncesi Rusya’sındaki sosyal sınıfları, yaşam biçimleri ve kültürleriyle apaçık sergiler.
Zengin bir toprak sahibi ve tüccar olan Vasili Andrevich Brekhunov ile zavallı bir işçi olan Nikita’nın öyküsü, destansı bir hikayenin tüm özelliklerini taşır, iki adam, küçük bir at, bir kızak ve insanoğlunun dizginlenemeyen hırsı, doğanın muazzam kudretiyle bütünleşir. Hikayenin bu dış yüzünün yanında, toprak sahibiyle zavallı itaatkar uşağı arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir de iç yüzü vardır, insanoğlunun birbirine zıt iki uç noktasında bulunan, güç sarhoşu efendi ile kaderini efendisine bağlayan irade yoksunu uşak, kontrolden çıkarak kendi kendilerini felakete sürüklerler.
Bu hikayeyi okurken karakterlerin yüzünü kamçılayan rüzgarı kendi yüzünüzde hissedecek, uçsuz bucaksız vahşi doğanın iliklere işleyen soğuğunu duyacak, uşak Nikita’yla beraber karlara bata çıka yürüyüp kayacaksınız. Efendi ile uşağın gittikçe artarı ümitsizliğini, içinde bulundukları tehlike büyüdükçe siz de hissedeceksiniz.
Tolstoy’un bütün hikayeleri, sıkıştırılmış romanlar gibidir. Bu anlamda iki önemli sahneye ve kelimelerden çok eylemlere dayanan Balodan Sonra (1903), Tolstoy’un tek gerçek hikayesidir denilebilir.
Hassas ruhlu genç erkek kahraman, cinsellikle ve asker dünyasıyla ilk defa karşılaşmasında, baba figürü ve onun fiziksel zalimliği vasıtasıyla kendi edip kompleksiyle yüzleşir. işkence eğilimlisi bir şövalye ruhuyla karşı karşıya kalan genç adamın öyküsünde, kahramanın bir kadına ulaşabilmesinin mutluluğunun ardından, işkence gören bir erkek bedeni karşısında düştüğü dehşet dile getirilir.
Tolstoy, bu kitapta ilk defa Türkçe’ye çevrilen hikayelerinden Prens D. Nehlyudov’un Günlüğü’nde (1857) burjuva mantalitesinin karşısına yerleştirdiği sanatın büyüsünü, Albert’te (1858) bütün canlılığıyla ortaya koyduğu sanatçı kişiliği ve “öteki”ni anlama sınavıyla ilişkilendirerek, bir kez daha insan ruhuna daha derinden nüfuz etmemizi sağlıyor.
Sınıf farklılıklarını hem bu kadar kısa ve öz hem de bu kadar iyi yansıtan, biz insanların birbirimizi nasıl gördüğümüzü, birbirimize karşı hangi kelimeleri kullandığımızı ve hangilerini kullanmamayı tercih etliğimizi Tolstoy kadar iyi aktaran bir yazara rastlamak çok zor...
Tolstoy okuyarak geçireceğiniz saatler asla boşa geçmiş olmayacaktır.