Tezer Özlü’ye özel ilgisi olan okurlardan değilim. Sempatim veya antipatim yok kendisine ki popüler kültürün sürekli burnumuza sokması hariç hakkında okuyup girizgâh niteliğinde az buçuk bilgi edindiğim ilk kitap oldu bu. Mektuplaşma tarzı kitapları genellikle sevmem zira fazla özel buluyorum, özel konuşmalar olduğu için tabiatıyla duygular da uçlarda oluyor. Bu durum kendi bastırılmış duygusallığımı mı ortaya çıkarıyor yoksa hayatımda duygusallığa yer vermeme mücadelemden midir nedir bilmiyorum beni rahatsız eden bir şey var mektuplardan derlenen kitaplarda. Aynısını bu kitapta da hissettim, her neyse.
Tezer Özlüyle Ferit Edgü’nün müthiş dostluğuna tanık oluyoruz. Farklı farklı yerlerde, birbirlerinden uzakta… lakin iki insanın kalbi bir olmayagörsün işte, mesafelerin genel olarak bahane olmaktan öte bir şey olmadığını bir kez daha kanıtlıyorlar. Karamsar bir hava var hep, mutluluklarını anlatırken bile karamsar o hava. Bir renk olsa gri olurdu bu kitap herhalde. Veya renksiz olurdu, şeffaf; arkasını görürdük. Bazı ruhlar ne yaşarlarsa yaşasınlar mutsuz/uzak kalırlar ya dünyaya, anladığım kadarıyla Tezer Özlü de öyle bir kadın. Ruhen verdiği savaşı hissettiğimden midir nedir, kitap içimdeki romantizmi çıkarmak yerine -bir solukta biten, minicik boyutuna rağmen- hüzne boğdu beni.
Güzel kitaptı, gerçekten okunası. Sevdim ama mektup derlemesi kitaplardan neden uzak durmam gerektiğini de hatırlamış oldum. Fazla hüzün, fazla duygusallık. Hoş, birbirlerine mükemmel hayatlarını ve mutluluklarını anlatan iki insan olsalardı edebi tatmin ne derece mevzu bahis olurdu ondan da emin değilim.