“Savaşınızın bir amacı varsa eğer, sizi bir şeylerden kurtarmak, masumiyetine inandığınız insanlar uğruna çabalamak gibi, bir sona erme umudu da vardır. Savaşınız çözülme için ise adınız, kanınızla bağlandığınız yerler, adınızın bir toprak parçası yada olayla ilişkilendirilmesi yüzünden ise nefretle, kuşaklar boyunca nefretle beslenen ve kendinden sonrakileri de besleyen insanların yavaş, yavaş ilerlemesidir söz konusu olan. İşte o zaman savaşın sonu yoktur, dalgalar halinde gelir ve aksi yönde umut besleyenleri faka bastırmayı daima başarır..”
Savaşınızın bir amacı varsa eğer - sizi bir şeylerden kurtarmak, masumiyetlerine inandığınız insanlar uğruna çabalamak gibi - sona erme umudu da vardır.
"Yetişkinler öldükleri zaman, korku içinde ölürler," dedi. "Senden ihtiyaçları olan her şeyi alırlar; bir doktor olarak onlara bunu vermek, ellerini tutmak, onları rahatlatmak senin görevindir. Ama çocuklar hep yaşayageldikleri gibi ölürler... Umut içinde. Neler olduğundan haberleri yoktur, bu yüzden de hiçbir şey beklemezler, ellerini tutmanı istemezler. Ama sen, onların senin ellerini tutmalarına ihtiyaç duyarsın. Çocuklarlaysan eğer, kendi başınasındır. Anlıyor musun?”
On yedi yaşındaydık, her şeye öfkeliydik; savaşın bittiği gerçeği karşısında ne yapacağımızı bilmiyorduk. Yıllarca savaş ve ondan önce de, savaşın eşiğinde upuzun bir bekleyiş. Anlamamız gerekmeyen bir çatışma -öfkeyle veryansın ettiğimiz, fikirlerimizi savunduğumuz, hiçbir yere gidemememizin, hiçbir sey yapamamamızın, hiç kimse olamamamızın bahanesi olarak benimsediğimiz çatışma- her şeyin merkezinde olagelmişti. Artık hayatlarımızın bir parçası olmaktan çıkmış koşullara göre seçimler yapmaya zorlanmıştık ve savaşı sahiplenmiştik, bedelini ödemeye dünden razı olduğumuz bir haktı bu.