Jakobenler de, Bolşevikler de, Naziler de, bugünün köktenci İslamcıları gibi, kendilerine karşı bir komplo düzenlendiğine inanıyorlardı. Ütopyanın önünü kesen asla insan doğasındaki kusurlar değildir. Kötü güçlerin işleridir.
Şiddete duyulan inanç sonraki birçok devrimci aklına geçti ve Bakunin gibi on dokuzuncu yüzyıl anarşistleri, Lenin ve Troçki gibi Bolşevikler, Frantz Fanon gibi sömürgecilik karşıtı düşünürler, Mao ve Pol Pot rejimleri, Baader-Meinhof Çetesi, 1980'li yıllarda İtalya'da Kızıl Tugaylar, köktenci İslam hareketleri ve yeni muhafazakâr gruplar yaratıcı yıkıcılık fantezilerinden büyülendiler; birbirinden hayli farklı bu öğeler şiddetin özgürleştirici gücüne duydukları inanç bakımından birdiler. Bu açıdan hepsi Jakobenlerin mürididir.
Nekrich ve Heller'in yazdıkları gibi: "Lenin aklını iki tarihsel örneğe takmıştı: İlki, yeterince kişiyi giyotine göndermedikleri için yenilgiye uğramış olan Jakobenler; ikincisi, önderleri yeterince kişiyi vurmadıkları için yenilgiye uğramış olan Paris Komünü.”
Nietzsche ömrü boyunca ünlü Aydınlanma akılcısı Voltaire'e hayranlık duymuş ve Voltaire gibi o da Rousseau'nun duyguyu akıldan üstün tutmasını küçümsemiştir. Nietzsche yaygın bir basmakalıp yargıya göre Romantik olarak görülse de aslında Aydınlanma projesinin köktenci bir biçimini sonuna dek götüren bir düşünürdü.
Fransız Olgucular en etkili Aydınlanma düşünürleri arasındaydılar ve bütünüyle anti-liberaldiler.{76} Olguculuğun kurucuları, Henri de Saint-Simon ve Auguste Comte Ortaçağ'da var olmuş (var olduğunu sandıkları) bir toplumun benzerinin beklentisi içindeydiler ama bu toplum vahyedilmiş din yerine bilime dayanacaktı.
Yirminci yüzyıl başlarında Olgucu düşünceler aşırı Sağ tarafından benimsendi. Vichy rejiminin Yahudi düşmanı ideoloğu Charles Maurras yaşamı boyunca Comte'a hayranlık duydu. Olgucular bir toplum bilimi geliştirmeye koyuldular ve “sosyoloji" terimini icat ettiler; ne var ki, böyle bir bilimin insan fizyolojisine dayanması gerektiği konusunda ısrarlıydılar. Dönemin birçok Aydınlanma düşünürü gibi Comte da frenolojiye düşkündü –bu, insanların zihinsel ve ahlaksal yetilerinin ve suça eğilimlerinin kafatası biçimleri incelenerek saptanabileceğini öne süren bir on dokuzuncu yüzyıl sözde bilimiydi– ve fizyolojik özelliklerin insan davranışını büyük ölçüde açıklayabildiğine inanıyordu. Bu olumlu öjenizmin sıkı bir destekçisi olan modern psikolojinin kurucusu Francis Galton'un da görüşüydü. Benzer görüşler suçbilimde Cesare Lombroso tarafından öne sürülmüştü. Suç ve masumiyet konusundaki müzakerelerinde mahkemelere yardımcı olmak için kafatasına ve yüzün dış çizgilerine dayanan bir sözde "kraniyometri" bilimi geliştirmişti. Bu noktada Nazi "ırksal bilim"inden uzak değiliz.
Aristoteles'e göre toplumda hiyerarşi –antik Yunan sofistlerinin öne sürdükleri gibi– iktidar ve geleneğin bir ürünü değildi. Her canlının serpilmesi için neyi gereksindiğini ona söyleyen doğal bir amacı vardı. İnsanlığın doğal amacı felsefi sorgulamaydı ama ancak sayılı insan –mülk sahibi Yunan erkekler– bu etkinlik için uygundu ve insanlığın büyük bölümü –kadınlar, köleler ve barbarlar– onların aracı olarak gelişecekti. En iyi yaşam azınlık içindi ve geri kalanı "canlı araç"tı.
John Locke insanların eşit yaratıldığı düşüncesine bağlı bir Hıristiyan'dı ama Amerika'daki yerli halkın topraklarına el konulmasını temize çıkarmak için büyük bir entelektüel çaba gösterdi. Richard Popkin şöyle yazıyor:
İngiliz sömürgecilik politikasının mimarlarından olan Locke –örneğin, Carolina'lar Anayasası'nı kaleme aldı– Kızılderililerin ve Afrikalıların toprağa emek vermediklerini gördü. Bu eksikliğin bir sonucu olarak mülkiyet hakları yoktu. "Ölümü hak eden bir Eylem yüzünden (Avrupalılara karşı gelerek)" özgürlüklerini yitirmişlerdi ve bu yüzden köleleştirilebilirlerdi.
Richard Evans'ın belirttiği gibi:
Önde gelen ırksal temizlik yanlıları, düşüncelerini uygulamaya geçirmek için Hitler'in benzersiz bir fırsat sunduğunu görerek, öğretilerini o güne değin bağdaştıramadıkları birçok alanda Nazilerinkiyle uyumlulaştırmaya başladılar. Hatırı sayılır bir çoğunluk, hiç kuşku yok ki, soldaki siyasi düşünceler ve örgütlenmelerle, Irksal Bakımdan Temiz Toplum'un üyeleri olarak hayatta kalamayacak kadar sıkı bir ilişki içindeydi... son kırk yılın öjenik hareketinin itici gücü olan Alfred Ploetz, Nisan 1933'te şahsen Hitler'e yazarak şöyle bir açıklamada bulundu: Artık yetmişlerinde olduğundan, yeni Reich'ta ırksal temizlik ilkelerini yaşama geçirmekte öncü bir rol üstlenmek için fazla yaşlıydı ama yine de devlet başkanının politikalarına destek veriyordu.
Akıl hastanelerinde gaz verilerek öldürülen seksen bin hasta bilim adına katledildi. Toplama kamplarını boylayan binlerce eşcinsel erkek (aşağı yukarı yarısı buralarda öldü) iflah olmaz soysuzlar olarak sınıflandırıldı.