Karıncalar kapının alt yanından bir dizide gidip geliyorlardı. Aralarında ne bir çatışma ne de bir kavga vardı. Karşı karşıya geldiler mi, biri duruyor, öbürüne yol veriyor, o geçsin diye bekliyordu.
"... Kapıda karşılandığında ona kim karanfil getirecek bir daha? Hiç kimse. Onun karanfil sevdiğini bir tek ben biliyordum. Benim karanfil getirmeyi sevdiğimi de bir tek o biliyordu."
"... Benim ne yaptığımdan ona ne, peki? Artık hiçbir davranışım onu ilgilendirmez. Ne yapıyorsam yapıyorum. Ne yapıyorsam... Onu seviyorum. İşte bunu yapıyorum. Söylesem, güler. Seni seviyorum dediğinde, ben de ona gülüyordum. Çok gülünç geliyordu bana. Seni seviyorum, seni seviyorum! Bu iki keline, bu iki kelimelik havada bir cümle, bir kadının ağzında çoğalıyor, gülünçlüğünü büyütüyor, arttırıyor. Geri dönülmez çocuksuluğuna, kadınsılığına -ne kadar yoksul, ne kadar acınacak bir kadın yanıdır o- aç hayvan yanına... Onunki kadar kendiminkine... Kendiminkilere..."