Öne Çıkan Kırık Köşeli İlkbahar kitaplarını, öne çıkan Kırık Köşeli İlkbahar sözleri ve alıntılarını, öne çıkan Kırık Köşeli İlkbahar yazarlarını, öne çıkan Kırık Köşeli İlkbahar yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Albert Caraco, Eduardo Galeano, Ida Vitale, Cristina Peri Rossi’den sonra okuduğum başka bir Uruguaylı Mario Benedetti.
70’li yıllarda Uruguay’da gerçekleştirilen askeri darbenin ardından yaşanılanları merkeze aldığı bu kitap aşkın, sürgünlüğün
ve “-e rağmen” hayata tutunmanın özlem ve öfke ile yoğrulmuş hali.
Bu darbeye maruz kalmış sıradan insanların bireysel dramlarını belki de bu kadar canlı ve samimi dillendirmesinin sebebi yazarın Uruguay'ın askeri diktatörlükle yönetildiği 1970 döneminde Buenos Aires, Lima, Havana ve İspanya ‘da yaşadığı sürgün yaşamıdır.
Siyasi bir tutuklu ve beş yıldır sevdiklerinden uzakta olan Santiago
Babasının neden hapishanede olduğunu ve niçin ülkelerinden uzakta yaşadıklarını anlamak isteyen Beatriz.
Santiago’nun yokluğunda onun en yakın arkadaşlarından biriyle yakınlaşan, eş Graciela
Bir yandan oğlunun hapisten çıkacağı günü dört gözle beklerken bir yandan da hayatlarının ilkbahar mevsimindeki gibi yeniden yeşerip çiçek açacağı umudunu yitirmeyen yaşlı ve hasta baba, Don Rafael…
Aklımdan geçen #nazımhikmet
Uruguay’lı siyasi bir tutsağın kendisinden başlayıp çevresine doğru yahut tam tersinden çevreden başlayıp kendisine doğru politik, duygusal, ilişkisel dönüşümlerinin bir çözümlemesidir bu roman. Slogana veya propagandaya indirgenemeyecek bir titizliğe ve derinliğe sahip bir bakış açısından siyasi bir tutsağın ve yoldaşlarının, ailesinin muhafazakar devrimci ahlakı da mektuplar, monologlar ve diyaloglar aracılığıyla gerçekçi bir şekilde masaya yatırılır ve çözümlenir.
Siyasi bir tutsağın özlemleri, umutları, düşleri ve düşünceleri; içerideyken dışarıyı da dahil ederek bir dünyayı kurma deneyimi genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Çünkü içerideki zaman ağırdır, mekan sabit ve oldukça sınırlıdır ve dolayısıyla beden ve duygulanımları dışarının değişken zaman ve mekanıyla uyumsuzdur. Bu sebeple her politik tutsak dışarıya attığı ilk adımdan itibaren ayağını burkarak tökezler, her şeyi bir süre sonra yoluna soksa da o burkulma devam eder, yaşamı belki herkes gibi ama pek de uzaktan bakıldığında anlaşılmayan bir topallıkla sürdürür.
İçeride geçirilen zaman aralığında tutsağın dönüşümleri kadar dışarıdakilerin dönüşümleri de doğaldır. Denilebilir ki, içeride zaman geçmişe doğru anılarla ilerlerken, dışarıda geleceğe yönelik düşlerle ilerler.
Teori ile pratik çoğu zaman örtüşmez. Hayat da böyle bir şeydir, romanda da geçtiği gibi “kahrolası hayat”. Ama umut bakidir. “Çünkü her zaman yeniden inşa ederiz hayatı.”
Basitçe tekrarlanan, harcanan ve bizi harcayan kelimeler ile konuyu yumuşatarak tekrar etmek yerine, şu basit sessizlik bize yardım edecektir, olduğumuz gibi birbirimizi sevmemize yardım edecektir ve olmak, zorunluluğun kırılganlığında olmayacaktır.
Gözleri kapatmak fakat kötüleşen kâbuslarım için değil, bazı şeylerin dibine dokunmak için. Orada görüntüler, güzel sözler var ve onlar sadece benim için. Her biri ne anladığım ne de dikkat ettiğim ilahi şeyler gibi. Ve geriye dönülmüyor. Öğrenilen toparlanabiliyor ama çok az yararlanılıyor.
Gözlerimi kapatmayı sonra yılların getirdiği geç kalmış ışıkla ama artık bende olmayan o canlılıkla beraber yeniden açmayı ve yeniden başlamayı nasıl isterdim.
Ben rüzgârı seviyorum. Neden bilmiyorum ama rüzgara karşı yürüdüğümde benden bazı şeyleri silecekmiş gibi geliyor. Yani silinmesini istediğim şeyleri...