Hangi yanımıza bakarsak bakalım ikiye bölünmüş olduğumuzu görüyorum: inancımız yok, bilgimiz yok, ama aynı zamanda da fikirler, kuşkular ve önsezilerle doluyuz. Amacımız yok, ama kuvvetle bir şeyler yapma ihtiyacı duyuyoruz. Hem hülyalara kapılmış gibiyiz hem de bilinçle doluyuz, hem romantiğiz hem de bilim ve hakikatle donanmışız, tanrısız bir dinin takipçileri gibiyiz, dün yaşamış, yarın yaşayacak, hatta ne dün yaşamış ne de gelecekte yaşam bulabilecek olan pek çok şeye aşığız
Sevginin gücünün ruhlar arasında bir bağlantı kurabileceğine inanıyordum. Ve bu bağın daha da güçlü, daha da etkin olabilmesi için ruhumu tüm gücümle zorluyordum.
Leonis, "Sahip olduğumuz her şeyi kaybettik," diye düşünüyordu. "Kentimi kaybettim. Arkadaşlarımı kaybettim. En yakın dostumu kaybettim. Aşkımı kaybettim. Sanatımı kaybettim. Bakalım şimdi her şeye yeniden nasıl başlayacağız."
Başlangıçta renkler vardı.
Sonra şiirler geldi.
Sonra O geldi ve renklerin, şiirlerin arasında yürüdü.
Renkler başlı başına bir sevinç kaynağıydı, içlerine düşüyordun, içlerinde debeleniyor, ellerini, kıyafetlerini, yüzünü boyuyor, kendini boyamaya doymuyordun.
Resmin kokusu.
Paletin üzerindeki yağlıboya: kokulu, koyu, parlak. İçinden eğilip bu boyayı yemek gelirdi.
Renkleri dans etmeleri için serbest bırakırdın ve sen de onlarla beraber dans ederdin. Çok eğlenceliydi.
Şiirler hep beraber şarkı söyleyen bir kuş sürüsü gibiydiler; yaprakların içindeydiler, görünmezdiler, her biri kendi dilinde, her biri başka bir tonda şarkı söylerdi ve sonunda tek bir müzik oluşurdu
Leonis, 'sahip olduğumuz her şeyi kaybettik, bütün sevgilerimizi kaybettik, ama bizler binbir farklı şeye, biten her şeye ve yeniden başlayan her şeye sevdalıyız' diye düşünüyordu.
Leonis de öyle bir renk sentezi yaratmalı, öyle bir bütünlük oluşturmalıydı ki, Atina'yı Atina yapan her şeyi ifade edebilmeliydi, tuvalini bu tonlarda doldurmalı, rahatlamalıydı.