Peyami Safa’nın bende yeri ayrıdır. Her kitabını, hangi zamanda okursanız okuyun o ânı anlatmaktadır ve şahsen bana göre evrenseldir. Mahşer’de öyle bir kitap. Çanakkale Savaşında üç yıl boyunca savaşmış olan Nihad, kolundan aldığı kurşunla gazi olup memleketi olan İstanbul’a geri döner. Üstelik binbir hayalle. Teyzesi vardır İstanbul’da yanında biraz kalır, zaten Fransızcası da mükemmeldir. Pekâlâ iş bulabilecek ve ekmeğini taştan çıkararak hayatını kuracaktır. Ancak işler hiç aklındaki gibi olmaz. Daha İstanbul’a ayak bastığı andan itibaren gerçeklerle yüzleşir. Teyzesi vefat etmiş, eşyaları sağa sola dağıtılmış, evi kapatılmıştır. Bunu sokaktaki bekçilerden öğrenir üstelik. Sonrasında barınacak yer bulması, iş araması hep keşmekeş olarak devam eder. Hayatındaki bunca zorluğa karşılık tek güzel olan şey biricik aşkı Muazzezdir. Kitapta beni en çok etkileyen kısım, savaştan yeni dönen Nihad’ın memleketindeki insanların özellikle kalburüstü kısmın zevk sefa içinde yaşadığını görüp ülkesinin bağımsızlığı için cephede hâlâ savaşanları düşünmesi oldu. Bana göre kitabın ana fikri; insan ne kadar kötü duruma düşerse düşsün sabretmeyi bırakmaması gerektiğini öğütlemektedir. Özetleyecek olursam ben çok severek ve sıkılmadan okudum. Yer yer günümüzle özdeştirdim. Kitapta sık sık karşılaştığım “hodbin” tasvirindeki insanların günümüzde daha da sayısının artmış olduğunu fark edince hayıflandım. Ne diyeyim; Allah’ım hodbinlikten sana sığınırım. Dinimiz Âmin…