Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gazeteciler ve Uzmanlar Dünyaya Bakışımızı Nasıl Belirliyor?

Medyada İslam

Edward Said

En Beğenilen Medyada İslam Gönderileri

En Beğenilen Medyada İslam kitaplarını, en beğenilen Medyada İslam sözleri ve alıntılarını, en beğenilen Medyada İslam yazarlarını, en beğenilen Medyada İslam yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“oysa gerçekte şöyle ol­muştu: Çoğu Avrupalı olan Yahudiler, başka bir halkın çoktan yer­leştiği ve yaşamakta olduğu Filistin'e gelmiş, onların toplumunu tah­rip etmiş, malını mülkünü elinden almış, üçte ikisini sürgün etmiş­ti; buna ilaveten İsrail onlarca yıldır ordularıyla Filistin (dahası Lüb­nan ve Suriye) topraklarını işgal etmektedir; tek yanlı olarak Doğu Kudüs'ü ilhak etmiştir”
“Doğru habercilik (ki medya bunu hiçbir zaman kendi­ne erdem edinmemiştir) genellikle ortada haber yapılacak yeni bir şey olsa da olmasa da haberleştirme ihtiyacına feda edilmiştir.”
Sayfa 183Kitabı okudu
Reklam
Görüşler gerçeklik gibi sunulduğunda habercilik aniden kendi kendini doğuran bir kehanet halini alıyor .
Türkiye’de 1996 seçimlerinde ılımlı bir İslami parti iktidara geldiğinde, Times’ın üstatlarından Thomas L. Friedman, İran gibi Türkiye’de “bizim”miş de kaybetmişiz gibi “Türkiye’yi kim kaybetti?” konulu bir yazı yazmıştı. (1996)
"İslam, der Lewis, "yalnızca bir inanç ve ibadet sisteminden veya söz gelimi yaşamın bir bölümünden ibaret değildir... İslam aslında yaşamın tümüdür."
Sayfa 32
Amerikalıların çoğu “Bana ya özgürlüğümü verin ya ölümü” diyen Patrick Henry’ye fanatik gözüyle bakmaz. Nazilerler işbirliğine giren Fransızları öldürme arzusu Fransızların en tipik özelliği olarak görülmez. Peki, ya manevi cesaretleriyle silahlı orduları bile dize getiren insanlara genelde duyduğumuz hayranlığa ne demeli?
Reklam
Hz. Muhammed (s.a.v) sonsuz bir hicrettir, topraktan Allah’a doğru, kendi içinde yapılan bir hicrettir; o kendi ruhu içinde yollar kat eden bir muhacirdir.
Sayfa 142Kitabı okudu
Ve yine elbette daha çok sayıda Amerikalı, bu ayaklanmada veya Irak-İran savaşında “bizim” kendi düzenimizi dayatmaya kalkmamızın anlamsızlığını görebiliyor.
Yorumlama toplumsal bir etkinliktir ve her şeyden önce, kendisinin ortaya çıkmasına neden olan koşullara sıkı sıkıya bağlıdır.
“Batı tarzı modernizasyon” un “rahatsız edici etkiler” inin, İran ve İslamı iyi niyetlerle geçmişten koparıp bugüne ulaştırma çabalarının bir sonucu olduğunu ima etmektedir; bir başka deyişle İslam ve İran geri kalmıştır, Batı ileri gitmiştir; o halde geri kalmış insanların da buna ayak uydurmak için zorlanmalarında şaşılacak bir şey yok.
Reklam
Günümüzde Amerika ve Avrupa kamuoyu için İslam, öncelikle sevimsiz türden “haber” anlamına gelir.
Görüşler gerçeklik gibi sunulduğunda habercilik aniden kendi kendini doğuran bir kehanet halini alıyor .
En azından on sekizinci yüzyılın sonundan günümüze kadar modern Garp'ın İslama verdiği tepkilere, hâla Şarkiyatçı olarak adlandırılabilecek, radikal bir şekilde basite indirgenmiş bir düşünce biçimi egemen olmuştur. Genel olarak Şarkiyatçı düşüncenin temelinde dünyayı, büyük ve "farklı" olanına Şark, "bizim" dünyamız diye de anılan diğerine ise Garp veya Batı denilen iki eşitsiz parçaya ayıran, hayali ama yine de muazzam derecede kutuplaşmış bir coğrafya vardır. Bu tür bölünmeler, bir toplum ya da kültür kendisinden farklı bir diğer toplum ya da kültür üzerinde düşündüğü zamanlarda ortaya çıkar; fakat ilginç olan şu ki Şark istisnasız tüm Batılılar tarafından dünyanın daha aşağı seviyeli bir bölümü sayıldığında bile, Şark'a daima Batı'dan daha büyük boyutlar ve daha büyük (genellikle yıkıcı) bir güç potansiyeli bahşedilmiştir. İslam her zaman Şark'a ait görüldüğü için, Şarkiyatçılığın genel yapısı içinde İslamın kaderi, ona her şeyden önce adeta monolitik bir şeymişçesine, sonra da çok özel bir düşmanlık ve korkuyla bakılması olmuştur. Elbette bunun pek çok dinsel, psikolojik ve siyasal nedeni vardır, fakat bu nedenlerin hepsi de Batı'nın gözünde İslamın yalnızca heybetli bir rakip olmadığı, aynı zamanda Hristiyanlığa karşı gecikmiş bir meydan okumayı temsil ettiği duygusundan kaynaklanmaktadır.
“haberleri” anlamak bile bir bakıma ne olduğumuzu ve içinde yaşadığımız toplumdaki belli bir sektörün nasıl işlediğini anlamak demektir.
Çin’i kim kaybetti... İran’ı kim kaybetti... Türkiye’yi kim kaybetti... Duygulara ve önyargılara seslenen iddialar savurmak yerine, diğer ulusların bizim olmadığını, dolayısı ile onları “kaybetmemiz” diye de bir şeyin söz konusu olmadığını kavrayarak, bu yeni anlayışla yapıcı siyasi soruları değerlendiren tartışmalar başlatılmalıdır.
Sayfa 185Kitabı okudu
37 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.