“ayrıca en katı biçimde edep duygusunun, kadın kadar erkek için de vazgeçilmez bir erdem olduğunu düşünüyorum; insanı hayvandan ayıran eğilimlerin en kutsalı olan bu eğilimi bir cinsiyet nasıl reddedebilir, anlamıyorum.”
Belli bir duygu durumundayken, ruhun ne kendini koruyabildiği ne de farkına varabildiği, nedenini anlayamadığımız üzüntüler yaşarız ara sıra. Bunlar, ya geçmiş mutsuzlukların hatıraları ya da gelecekteki mutsuzlukların özsezileridir, sönen ya da yanacak olan ateşin tüten dumanıdır bu. Bu hatıralar ya da bu duygular, bulutlar gibi, bizimle düşüncelerimiz arasına yerleşirler; geleceğin ya da geçmişin belirsiz biçimleridirler; çünkü gerçek olaylar- da olduğu gibi, düşünsel olaylarda da uzakta olan belirsizdir. Bu durumda ruh acı çektiğine inanır ve acı çeker gerçekten de; iç açıcı tüm hatıralar soluklaşır, tüm üzücü hatıralar bulanıklaşır. Aniden bir mutluluk hissedildiğinde, sis ortadan kalkar, her şey eski biçim ve rengine kavuşur ve insan, acı çekmiş olmasına şaşar.
Bu birleşme aşktır, aslında pek az insanın hissedebildiği, bir tür ibadet olan, sevilen kişiyi tanrılaştıran, fedakârlık ve coşkuyla beslenen ve en büyük fedakârlıkları tatlı bir zevk haline sokan gerçek aşk.
Benim tüm neşem, tüm mutluluğum, tüm hayatım sensin. Sadece senin sayende ve senin uğruna varım. Sen benim gözümde, tepeden tırnağa kadınsın, çünkü mükemmel olan ne varsa sunmaktasın bana.
Senin yanında biraz kaldığımda, kendimi çok iyi hissediyorum; senin bakışlarında, beni coşturan soylu, cömert bir yan var; gözlerin gözlerime dikildiğinde, ruhun benimkine karışıyor sanki.
Bizi ayırabilirler; ama ben seninim, ebediyen sana aitim. Senin malın, senin mülkün, senin kölenim... Bunu asla unutma. Uzak ya da yakın, nerede olursam olayım bana arzunu ilet; getirmemektense ölmeyi tercih ederim.