Tek kelimeyle muhteşem bir kitap okudum. Asla unutamayacağım, bir maceraydı. Bittiğinde ağzım açık bir şekilde, kafamda bol miktarda soru işareti ve düşünce ile çevirdim son sayfayı.
Eğer bu kitabı okumaya başlarsanız muazzam bir çeviri, harika bir hikaye, içinde tüm zıtlıkları barındıran muhteşem karakterler ve tam bir ters köşe final sizi bekliyor olacak. Ama kitabın önsözünü en son okumanızı öneririm.
Konusuna çok değinmek istemiyorum. Zira hikayeye belki de hiçbir şey bilmeden, bodoslama dalmak, bu macerada tüm karakterlerle birlikte ipucu bulmak, beraberce iz sürmek en iyisi.
Kitapta benim için Christine masumiyet, umut ve güzelliği temsil ederken; Acem vicdan, sağduyu ve adalet ile özdeşleşti. Raoul ise gerçek aşk, bağlılık ve fedakarlık demekti.
Peki ya Erik? Zavallı, mutsuz Erik! Onu neyle özdeşleştirmeliyim? Ona acıyacak mıyım? Lanetleyecek miyim onu? O da herkes gibi birisi olmak istememiş miydi yalnızca? Tüm hayatı boyunca sadece fiziksel görünüşü diğer insanlara güzel görünmediği için dışlandı. Sıradan bir yüzü olsa, sahip olduğu deha ile insanoğlunun en seçkin üyelerinden biri olabilecekken, o herkesten saklanmak zorunda kaldı. Tüm dünyaya hükmedecek bir yüreğe sahipken yer altında bir mahzenle yetinmeye çalıştı. Ama olmadı, yetinemedi. Çünkü sorumlu olmadığı bir durum yüzünden mutsuz olmayı kabul etmedi, belki de haklıydı. Kitabın sonunda bu zalim adam için aktı gözyaşlarım. Bir kez daha anladım ki dünyayı sevgi kurtaracak.. Sevgi, saygı ve empati..