Cevat Şakir en hazin şeyleri anlatırken bile öyle bir dil kullanır ki, tek bir cümlesiyle yaşama sevinci duyarsınız. Yunan tanrıçalarının siluetini görürsünüz sahilde yürüyen kadınlarda. Denizi öyle bir anlatır ki, dalgaların bir siren gibi sizi çağırdığını duyumsarsınız. Çok yalın, ama çok ihtişamlı. Bu yüzden ne yazarsa yazsın Halikarnas Balıkçısı'nı okumak daima bir zevk benim için. Bu kitaptaki hikayeleri de Anadolu'nun çok içinden. Şehrin göbeği olsun uzakta bir köy olsun, anlatılan insanların var olduğunu ve ne kadar yürek yakıcı olsa da bu olayların günlük hayatta bir yerlerde yaşandığını bilirsiniz . Anadolu yu bütün çekiciliği ve korkunçluğuyla ayaklarınıza serer.
Parmak DamgasıHalikarnas Balıkçısı · Bilgi Yayınevi · 2007164 okunma
Sanki dünyada değil, kapkara bir tünelin içinde yürüyordu. Ama o tünelin derinliğinde, çoğu kez tünelin ağzını, çakan kırpan bir yıldız gibi görüyordu. O da hiç dinlenmeden, istemeden, gönülden kopup bir gün kendisine verilecek insan sevgisiydi.
Çocuk, tüm gücüyle yarınlara inanıyordu. Yarının getireceği mutluluklar, bakışlarını takmış olduğu şu mavilerde uçan yumuşak bulut parçası kadar açık görünüyordu.
Uzun süren fukaralık gövdeyi çökertmekle kalmıyor, ahlakı da çürütüyordu. Yapılan bir haksızlığa karşı insanın normal olarak duyacağı asil öfke yerine, kıskanç ve kinci bir köpek uluyuş ve hırlayışı geliyordu.
Örende sessizlik vardı. Ama, taş gibi, elle dokunulur, kulakla işitilir sessizlik. Sanki sessizlik ellerini dudaklarıma basıyor ve oradan yüreğimi bile kavramak istiyordu.
… o akşam, nereden geldiği belli olmayan bir titreyiş, bir hüzün vardı. Pencere kıyısına asılı duran bir kemana, rüzgârın sürünmesiyle tellerin çınlaması gibi, yukarı sivrilen şamdan ışığının birden sallanması gibi…