"Kul olayım kalem tutan ellere
Kâtip ahvalimi Şah'a böyle yaz
Şekerler ezeyim şirin dillere
Kâtip ahvalimi Şah'a böyle yaz
(...)
Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlıbeller bölük bölük bölünür
Dosttan ayrılmışım bağrım delinir
Kâtip ahvalimi Şah'a böyle yaz
(...)
Pir Sultan Abdal'ım hey Hızır Paşa
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydun bizi kavim kardaşa
Kâtip ahvalimi Şah'a böyle yaz."
Hızır Paşa'nın tepesi atar; öfke dolu bir sesle bağırır:
"Günah benden gitti, atın şunu içeriye! Yarın sabah da asın!", buyruğunu verir.
Öfkesini yenemez ve bir buyruk daha verir Hızır Paşa: Halkın Pir Sultan'ı "taşlamasını" ister; taşlamayanların öldürüleceğini bildirir. Herkes bir "taş" alıp atar; ancak; bu taşlardan hiçbiri Pir Sultan'a "dokunmaz". Halkın arasında bulunan ve Pir Sultan'ın "musahibi" olan Ali Baba, ne yapacağını bilemez. Ama sonunda "korkudan" buyruğa uymak zorunda kalır. Ne var ki pirine "taş" atmaya eli varmaz; gizlice bir "gül" atar. Pir Sultan kendisine "gül" atan "musahibini" görür; çok üzülür ve acısını şöyle dile getirir:
"Pir Sultan Abdal'ım göğe ağmaz
Hakk'tan emrolmazsa irahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni."
"Susturulan ya da sesi kısılan halk, kendi toplu bilincini Pir Sultan'ın kişiliğinde giydirip kuşattı; onun diliyle kendini anlattı; bir bakıma onun ağzından kendi söyledi, kendi eyledi."
"Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası serimde tüter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
(...)
Ben gidersem sunam bana ağlama
Ciğerimi aşk oduyla dağlama
Benden başkasına meyil bağlama
Geçti dost kervanı eyleme beni."
"Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok,
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok,
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok,
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok."