Post-Modern Pre-Modern'i Öpüyor: Siyasal İslam

Kadir Cangızbay

Post-Modern Pre-Modern'i Öpüyor: Siyasal İslam Sözleri ve Alıntıları

Post-Modern Pre-Modern'i Öpüyor: Siyasal İslam sözleri ve alıntılarını, Post-Modern Pre-Modern'i Öpüyor: Siyasal İslam kitap alıntılarını, Post-Modern Pre-Modern'i Öpüyor: Siyasal İslam en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Fransızca'da liseyi bitirene kadar çocuk, eğitim konusudur, eğitilip biçimlendirilecek nesnedir. Elev ve bu kelime 'elevaj (hayvan yetiştirme) ile kökteş, üniversiteye geldiğinde ise artık o bir 'etüdyan'dır, yani etüt eden özne, yetiştirilen, biçimlendirilen değil. Biz hala üniversiteye gelen talebeyi, yetiştirilecek insan olarak görüyorsak, burada düşüncenin yeşerebilmesinden söz etmek mümkün değildir.
Çocuk istismarcısı Hüseyin Üzmez'in ve pedofil Mursi'nin ahlâkî, fikrî ve siyasî ruh ve kan kardeşleri, okullarda dokuz yaşındaki kız çocukları için baş örtüsünü getirip sapıklıklarını ispatlıyorlar; ama bu arada dövmeyi yasaklarken, dövme yaptırmış/yaptıracak çocukların veya velilerinin dövme için, "bu da bizim dinsel inançlarımızın gereğidir" derlerse ne cevap verecekler? Din, daha önce de söyledik, çeşit çeşit; inancın da doğru ya da yanlışı yok: İnanç, tanımı gereği, zaten insan tarafından doğruluğu da yanlışlığı da ispat edilemez olan bilgi; dolayısıyla hiçbir inanç bir diğerinden ne daha doğru, ne de daha yanlış.
Sayfa 145Kitabı okudu
Reklam
Bir de Türkçe'nin bilim dili olup olmadığı mevzûu var. Dünya yüzündeki hiçbir dil, kendiliğinden bilim dili olmaz, olamaz. Bilimsel bilgiyi/kavramı kim üretirse, adını da o koyar. "Mikrop" kelimesi, hemen bütün dillere Fransızca'dan geçmiştir. Çünkü mikrobu bilimsel olarak teorik planda ortaya koyan Pasteur, Fransız'dır. Eğer Pasteur şizofren, ajan veya Nato'lu/ Nato'cu Türkiye'nin 12 Eylül mamulü evlatları türünden biri değil ise, tabiî ki keşfettiği şeyin adını dilinde koyacaktır. Bunun için Pasteur'ün Fransız milliyetçisi veya Fransızca sevdalısı olmasına gerek yoktur; ruhen ve/veya zihnen çatlak olmaması kâfidir; tıpkı benim, çocuğuma Türkçe isim koymam için Türk milliyetçisi olmam gerekmediği gibi.
Din ve vicdan hürriyeti benim teslim olma hakkım değil midir? Bu özgürlük değildir. Ama tercih etme hakkın vardır; o kadar.
Sayfa 146Kitabı okudu
İnkılap tarihi, beden eğitimi ve hele Türkçe'nin ders olarak üniversitelerde verilmeye devam edilmesi kabul edilemez bir şey. Onca yıl Türk millî eğitim sisteminden geçen öğrenciye, üniversiteye geldikten sonra da Türkçe dersi vermeye kalkmak, ilk ve orta öğretimin kendi kendisini inkârı, tümüyle başarısız, etkisiz ya da gereksiz olduğunun ikrarıdır. Üniversiteye gelene kadar geçen onca yıllık eğitim süreci içinde çocuğa Türkçe'yi öğretemediğini kabul etmek mânâsına gelir. Sadece dersler Türkçe değil, Türkçe'nin hem kendisi hem de grameri ve Türk Edebiyatı bizatihi birer derstir. Başa dönersek, üniversite öğretim dilinin öğretileceği ve öğrencilerin her bakımdan eğitilmeye hâlâ muhtaç bireyler olarak görüldüğü bir yer ise, gerçekte üniversite değildir.
Sevgili Cemil Meriç, ölmeden bir iki sene önce yanılmıyorsam, İslâmcı- bir dergiye verdiği mülakatta "inanmak için, bir kolumu verirdim" diyor. İnanmak, bilgi öznesi, dolayısıyla en geniş anlamıyla özne olmaktan sonsuza kadar istifa etmek, yani, beyin itibariyle tam bir teslimiyet; o yüzden de tam tamına bir haysiyet meselesi; Cemil Hoca'nın kendisine yediremediği de bu. Yukarıda da söyledik, inanç/iman, insanın özne olmaktan vazgeçme hâli; yani, teslimiyet. Ancak, bir de haddini bilip, "bilemem" demek var ve de bilememek insanın öznel tercihi değil, nesnel bir zorunluluk ve de kendi haddini bilme.
Sayfa 146Kitabı okudu
Reklam
Türk üniversitelerinde yabancı dil konusunda yaşanan başka bir vehamet de, yazılan makalelerin İngilizce olmasının istenmesi. Türkiye'deki problemler üzerine kafa yoran ve çözüm arayan biri, makalesini niçin İngilizce veya herhangi bir yabancı dilde yazsın ki. Ama İngilizce yazarsan ödüllendiriliyorsun Türkiye'de, devlet/YÖK tarafından,
Felsefi temel meselesine gelince, bu bizde ne arar. Türkiye, en çok yatırım yapılmış ve talebelerini en fazla puanla kabul eden üniversitelerinin yabancı dille öğretim yaptığı(?) bir ülkedir. Siz ister istemez bu üniversitelerde okutulacak kitapları yabancı dilden seçmek zorundasınız: Ciddi mânâda bir tedrisat, yani gerçek anlamda bir 'ders verme' söz konusu değil. Öğretim yabancı (bilinmeyen) bir dilde yapılacak diye tedrisat yapılamadığından, tek çare kitaba yüklenmek. Ama kitabı seçmede ölçüt ne? Kitabın, tedrisatın yapılmasını imkânsız kılan dilde ve sadece/özellikle o yabancı dilde yazılmış/basılmış olması. Bırakın teknik bilimleri, sosyal bilimler ve felsefe bölümünde bile illâki yabancının ve sadece o yabancının yazdığı ve/veya beğenip de kendi diline çevirttiği kitabı okumaktan başka çaremiz yok. Böyle bir yapının isteyerek kurumsallaştırıldığı bir ülkede Türk düşüncesi, Türk felsefesi bir yana Türk dili bile olmaz, kalmaz.
"Türkçe Kalmadı 'English' Verelim!" Hazır söz üniversitenin körelmesi konusuna gelmişken, yabandilde üniversite kepȧzeliğine de değinmek gerekir. Yabancı dille üniversite, Türkiye'nin Amerikan egemenliğine girmesinin de ötesinde, bu egemenliğin hegemoník bir nitelik kazanması, yani bizler tarafından rıza gösterilip normal görülür hale gelmesinin hem en bâriz ve kalıcı sonucu, hem de en sofistike ve rafine aracıdır. İnsanlar elbette yabancı dil öğrenmelidirler veya en azından yabancı dil bilmek iyi bir şeydir. Ancak bu, yabancılara daha iyi hizmet edebilmek için olmamalıdır; turizm, nakliyecilik ve benzeri alanlar hariç. Ben çok iyi biliyorum ve herkes de kabul etmelidir ki, yabancı dil bilim açısından bir zorunluluk değildir. Bu işi halletmek için çok basit bir yol vardır: Bilim kurulları oluşturulur ve bu kurulların tavsiye ettiği yabancı eserler, kurulacak devlet tercüme büroları mârifetiyle Türkçe'ye tercüme edilir. Böyle bir uygulama çok da zor olmasa gerektir ve böyle bir yapılanmada önemli olan, seçici/öğütleyici kurulların bağımsızlık ve tarafsızlığıdır ki, bu da doğrudan bilimsel değil, fakat siyasal, yani genel anlamıyla demokratikleşmeye ilişkin bir sorundur.
Bilim için yabancı dil, kendi içinde bir amaç olamaz. Zira bilimsel bilgi üretimi aynı zamanda dilde de bir üretimi gerektirdiği gibi, bilimsel bilginin aktarılması da dilin en fazla kullanılması ve dile en fazla hakim olunması gereken bir süreçtir. Bizim doğrudan, çıplak gözle gördüğümüz, dünyanın dönmekte olduğu değil, hareket halinde oların -doğma ve batma şeklinde- güneş olduğudur, aslında dönenin güneş değil de dünya olduğu ise, ancak kavramlarla anlatılabilir ve de kavramlar göstererek anlatılmaz, dille anlatılır. Dolayısıyla da dile şiirden bile daha fazla muhtaç olunan saha bilimdir: Bilimsel bilginin aktarılmasının, kendisine en çok häkim olunan, kendisi en iyi bilinen dille yapılması, sadece tercihe şayan, yani tercih edilmeyedebilecek bir şey değil, yapılan işin tabiatından kaynaklanan bir mecburiyettir.
20 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.