Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Senin İçin Ey Demokrasi

Necati Cumalı

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Sermaye Sınıfının Kamu İhalesinden Koparılmaları, Sistem Değişirse Olur
Yassıada'da, Demokrat Parti yöneticileri, memleketi görünmez bir ağ gibi saran bu küçük diktatörler şebekesinden koparılmış olarak yargılandı, gerçek suçlu, bu küçük diktatörler ise tahtlarında kaldılar. Politikaya atılan kimi kişilerin şimdi de gözünden kaçan budur. Doktrine dayanmayan, sömürme, çıkar esasına göre gelişmiş bu partilerin kadroları içinde, bu partilerin başına geçmekle, bu küçük diktatörlerle onları besleyenlere söz geçirebileceklerini sanırlar. Bu küçük diktatörlerin buyruklarına boyun eğmedikçe, geçtikleri yerde bir saat kalamayacaklarını anlamak bilincinden yoksundurlar. Bunun içindir ki, muhalefet dönemlerinde ne derlerse desinler, hangi hakları savunurlarsa savunsunlar, bu küçük diktatörlere dayanarak iktidara gelecek her parti başarısızlığa, halkın önünde yalancı çıkmaya hüküm giymiştir. Memleketimizde, bu küçük diktatörlerin saltanatına son verecek, köklü dönüşümler gerçekleştirilmedikçe, kurulacak her iktidar halka karşı olacak, demokrasi gelişmeyecektir. Temmuz 1965
Sayfa 136 - 3. baskı - Mayıs 1997
Kamucu Sermaye Sınıfının Burjuva Diktatörlüğü Siyaseti Yönlendirir
O zamana kadar küçük bir grubun elinde olan çıkarların dağıtılmasında, çekişen iki parti arasında bir cömertlik yarışıdır başladı. Yarış büyük lokma yarışıydı. İki partinin de oy simsarları o lokmayı kapabilmek için koşuyorlardı. Halk da, bu toprak ağalarının, toptancıların, yüksek aylıklıların yarışına, sonunda eline ne geçeceğini düşünmeden katılarak yan tutuyordu. 1950'ye kadar C.H.P. iktidarı nasıl bu oy simsarları, küçük diktatörler elinde memleket haritasını saran bir diktatörlük durumuna geldiyse, 1950'den sonra eş soydan oy simsarları, küçük diktatörler elinde, Demokrat Parti iktidarı da bütün yurdu üstünde soluk alınamayan korkunç bir diktatörlük durumuna getirdi. 1950 öncesinin C.H.P. yöneticileri nasıl bu küçük diktatörlere baş eğmek zorunda kalmışlar, bu küçük diktatörlere partileri saflarında en geniş yetkileri bağışlamışlarsa, 1950 den sonra gelen Demokrat Parti yöneticileri de, bu küçük diktatörlerin elinde birer oyuncak oldular sadece. Suçları, kusurları, bu diktatörlere baş eğecek yaradılışta olmalarından, ya da bu küçük diktatörler arasından seçilmelerinden geliyordu.
Sayfa 135 - 3. baskı - Mayıs 1997
Reklam
Ülke Tarihini 1. Ağızlardan Okudukça Aynı Yanlışları Görmek Çok Acı
Tek parti döneminde kadrolar doldukça, bu gibilerin bazıları açıkta kalmaya başladılar. Çok partili dönemin başlangıcına kadar açıkta kalan bu türlü çıkarcıların sayısı gittikçe arttı. Her köyde, her ilçede, her ilde, birbiriyle çekişen, çıkar, menfaat grupları türedi. Memleketimiz çok partili hayata bu çıkar gruplarının birbirleriyle boğazlaşmaya hazır oldukları bir durumda girdi. Halk siyasal çarpışmanın gerekli koşullarından yoksundu. Okutulmamıştı. Düşünce hazırlığı, program hazırlığı yoktu. Siyasal doktrinlerden habersizdi. Okuyanlar, bu çıkarcılara yanaşmadıkça, boyun eğmedikçe mesleklerinde ilerleyemiyorlardı. Üstelik de okuyanlar, okumuşluklarıyla, halktan ayrı bir sınıf olmakla öğünüyorlardı. Halk, bu türlü okumuşlarca hor görülmekten, çıkarcılar elinde ezilmekten, geçim sıkıntısından, topraksızlıktan, kredisizlikten, çalıştığı iş yerlerinde hakkını alamamaktan canından usanmış bir durumdaydı. Baştakiler olmasın da kim olursa olsun diyordu. İşte halk, tek parti döneminin açıkta kalan çıkarcılarının toplandığı Demokrat Partiye böyle sarıldı.
Sayfa 134 - 3. baskı - Mayıs 1997
Asılan 3 Vekil, Kanlı Perşembe'de Katledilen 3 Vatandaşın Karşılığıydı
Liseden arkadaşım Demokrat Partili eski bir milletvekilinin bir sözü aklıma geliyor. 27 Mayıs öncesi, 28 Nisan olaylarından söz ederken; "Ne yani bu gürültü patırdı? Topu topu ölen üç kişi!" Donmuş kalmıştım. Koestler, İspanyada Ölüm Güncesi'nin başına Malraux'nun şu sözlerini almış: "Bir hayat hiç bir şey değildir. Ama hiç bir şey de bir hayat değildir." Batı düşüncesi hiç bir şeyle ölçülemeyecek değerde görür insan hayatını. Politikacının alafrangası ise oltaya gelen palamut yerine koyar.
Sayfa 139 - 3. baskı - Mayıs 1997
Batıya Göstermelik Yaranmak İçin Halka Yapılan Eziyetler
Son günlerde İstanbul belediyesinin aldığı bazı kararlar da bu anlayıştan doğuyor. Ana caddelerde ağır yük taşıyan Kürt hamalların, yeşil alanlarda yatan yoksul ve kimsesiz çocukların, gün geçtikçe sayısı artan dilenci kadınların İstanbul'a gelen yabancılar tarafından iyi bir gözle görülmeyeceğinden tasalanan belediye, bu gibileri gözden uzaklaştırmaya çalışıyor. Kürt hamalları sırtlarındaki o ağır yükle arka sokaklardan dolaşmak zorunda bırakıyor. Yoksul ve kimsesiz çocukları, üstü başı yırtık kimseleri türlü yollardan kovuşturuyor. Belediye, yabancılar kötü görür diye, bu gibi yoksul kimselerle uğraşıyor ama, yabancıların bağlı oldukları ulusların belediyeleri, kendi vatandaşlarına karşı bu gibi nedenler yüzünden hiç de bu türlü davranmıyor. 5 Ağustos 1961 * Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Refik Hamit Tulga (24 Eylül 1960 - 26 Şubat 1962)
Sayfa 86 - 3. baskı - Mayıs 1997
Akademiyi Bilim Üretmek Yerine Teknik Eleman Yetiştiren Lise Yaptılar
Batı'lılaşmaya çalışırken aşırma (intihal) kitaplara imza atan bilim adamları yetiştirdik. Batı'lı bir düşünürün aklından bile asla geçirmeyeceği bir ayıp, töre dışı bir iştir bu. Ama biz ayıplamıyoruz bu türlü bilim adamlarımızı. Hoş, buna gelinceye kadar daha neleri ayıplamıyoruz. En başta bizi yönetenlerin bizi insan yerine koymamalarını ayıplamıyoruz. Yalancılıklarını, iki yüzlülüklerini ayıplamıyoruz. 5 Şubat 1971
Sayfa 139 - 3. baskı - Mayıs 1997
Reklam
Oy Avcılığından Diktatörlüğe Uzanan Demokrasi Rampası
Ağzına bir parmak bal çalanlar kendi kilerlerine küp küp bal indiriyorlardı. Her mahallede bir kişi milyoner ola dursun, 999 kişi lokmasının gittikçe daha da küçüldüğünü görüyordu. Oyun ne derece değerli bir mal olduğu anlaşılmış, yukarda saydığımız çıkarcılar aradıkları silahı ellerine geçirmişlerdi. Toptan oy simsarıydılar artık. Mühür onların elindeydi. Kanun yönetmelikler ne derse desin, bu gibiler «olacak!» dedi mi, kararnameler değişiyor, kaymakamlar sürülüyor, karakol onbaşıları değişiyordu. Giden kaymakam, giden onbaşı, gittiği yerde bu gibilerin önünde baş eğmedi mi aradan iki üç ay geçmeden kendisine yeniden yol görünüyordu. Küçük oy simsarı, daha büyük oy simsarının kapısını çalıyordu: «Ağabey, diyordu demir gibiyiz! Evvel Allah kaleyiz kale! Öbür partilere bizden tek oy yok!». Büyük oy avcısı koltuğuna daha bir rahat yerleşiyordu. Açıyordu kesenin ağzını: «Dile benden ne dilersin!» Öbürü: «Partiye bu kadar koştuk, bu kadar emek verdik, diyordu. Bir hayrını görelim.» Alıyordu istediğini. Yönetim kurulu üyelikleri, ithalat müsaadeleri, krediler, tahsisler, belediye arsaları, kısacası ne koparabilirse. Çok partili dönem bizde böyle başladı.
Sayfa 135 - 3. baskı - Mayıs 1997
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.