"Dursundu ellerimin titremesi. Gönlümün eski çimenliğinde bir eski çiçek açsındı, -artık açsındı. İstiyordum ki, akıtsındı şurayaca çıkan yeşilin.. zehirin.. sıkıntının acımsılığını ve ilkyaz yarın çıkıp gelince, gövereydim yeniden, yemişe duraydım usul usul ve dinsindi içimin sızıltılı kanayışı, acılı sızılayışı, buruluşu ve umutsuzluğun yerine coşku doluşsun, gerçekleşsindi varlığım. Ve kimin ve neyin bedelini ödüyordum, bitsindi."
KIYIDA
‘’ Bir kapı açılmış da, kimsecikler girmemiş gibi. Dudakların ucuna gelen ve orda kalan bir söz gibi. Dalgınlık gibi bir şey. Sigarayı yanar bırakmışsın gibi. Öyle, tüten bir şey belki. Belki sessiz. Belki sessiz değil, çıkmayan büyük bir çığlık gibi. Koptu kopacak bir çığlık gibi. Ve biraz da acıyla yuğurulmuş gibi. Küskünlük gibi. Sevdaya ilişkin bir söz gibi. Sarımsı bir şey. Yeşilimsi.. morumsu… Dönmeyecek birine mendil sallamak değil, birini dört gözle bekler gibi. Sevdiğine mektup yazmak gibi. Onun adını bir yerde duymak gibi. Onun adına benzer bir ad duymak gibi. Öyle bir adın kulağına çalındığını düşünmek gibi. Sanki…
Ve biliyor musun şimdi Ankara'dan kaç tren rayı uzakta olduğumu? Niçin uzakta olduğumu? Ve yüreğimden çıkan bir tren sesinin, çığlığa benzer bir tren sesinin, sana niye ulaşamadığını, nerede, nasıl buzlu dağlara takıldığını, hangi demir köprüden aşağı uçtuğunu, biliyor musun?
Oturdum, kahvemi söyledim. Sahi, niçin hep böyle kapıyı görür yerler seçiyordum? Sanki birini beklermiş gibi, gözüm kapıda. Kapı açılmasın, içimde bir tel çekiliyor. Çok yükseğe tırmanmışım da, başım dönmüş gibi. Çok derine inmişim de, soluğum kesilmiş gibi. Damara kalsiyum giriyormuş gibi.
Yine de, umut denen, bir kuyuydu bende, boşsa da seslenirdim, ses boş gelirdi. Uslanmazdım. (Severim bu huyumu: Uslanmazdım.) Seslenirdim yeniden, ses boş gelirdi. Ses boş gelirmiş, gelsin, seslenirdim.