Yine de, umut denen, bir kuyuydu bende, boşsa da seslenirdim, ses boş gelirdi. Uslanmazdım. (Severim bu huyumu: Uslanmazdım.) Seslenirdim yeniden, ses boş gelirdi. Ses boş gelirmiş, gelsin, seslenirdim.
“Düşün sevdiğim, diyelim bir pencerenin önündeyiz şimdi: Ve kırlara ve birden bir gümbürtüyle inen yağmura, sessizliğe ve esen yağmur sesine, yeşile, ilkyaza; güneşe, sıcağa ve sarıya ve açık sarıya ve daha da koyusuna sarının, güzün öncesine ve sonrasına, soğuğa ve kar örtüsüne ve yeniden kuş sesine, yürek çırpışına ve kan damarda dolanır gibi doğan ve batan dışarıya bakıyoruz. Birlikte ağarmış saçlarımızla, yemek odasının penceresinden…
Bunu istiyorum.”
(...) hiçbir şey bilmiyorum, -evet, "hiç" denebilir, uzaklardan gelen, duyulur duyulmaz arası, sezilen -ancak sezilebilen- acılı bir türkü gibi şimdi her şey...
"Biliyor musun, önce Murat yoktu. Değil mi, kardeşin yoktu senin. Sonra Murat oluverdi. Hep böyle. Deden vardı değil mi? Deden yok oldu sonra. Hep böyle. Herkes böyle. İnsanlar önce yokken ortaya çıkarlar, sonra bir gün giderler. Köpekler de öyle, kediler de... Hani, Hatice Hanım'ın bir sarı kedisi vardı, n'oldu?"
"Ölmüş."
"Ya, ölmüş. Hep böyle olur. Kediler de ölür, insanlar da... Herkes..."
Oturdum, kahvemi söyledim. Sahi, niçin hep böyle kapıyı görür yerler seçiyordum? Sanki birini beklermiş gibi, gözüm kapıda. Kapı açılmasın, içimde bir tel çekiliyor. Çok yükseğe tırmanmışım da, başım dönmüş gibi. Çok derine inmişim de, soluğum kesilmiş gibi. Damara kalsiyum giriyormuş gibi.
Ve biliyor musun şimdi Ankara'dan kaç tren rayı uzakta olduğumu? Niçin uzakta olduğumu? Ve yüreğimden çıkan bir tren sesinin, çığlığa benzer bir tren sesinin, sana niye ulaşamadığını, nerede, nasıl buzlu dağlara takıldığını, hangi demir köprüden aşağı uçtuğunu, biliyor musun?
Ona bakmaları, ona bakıp, dalıp gitmeleri seviyorum, umut gibi, dinginlik gibi bir şey içimde... İçimde bir şey... Bugün alçıyı sökmüşler de, ilk kez sokağa çıkmışım gibi. Pencereden göremediğim her şeye, özlenmiş yeryüzüne, özlenmiş gökyüzüne yeniden kavuşmuş gibi. "Yahu, bu kasımpatılar da nereden çıkmış ortaya?.." gibisinden durmuş kalmış olayım ve sevdiğim biri elimi sıksın, "Geçmiş olsun..." desin, bunun gibi. Dudaklarım da bir gülücük mü, "Konyak da içmedim, çaydan da geçmedim, bana n'oluyor?.." gibi.
Yanda bir ayva ağacı var, yarısı kurumuş bir ağaç... Kışı güçlükle atlatmış benim gibi. Doğa gerçekliyor kendi kendini. Dört tek çiçek açmış, diretiyor. Nasıl diretmeli, çözemiyorum. Tonton dedelere döndüm, önümüz yaz, güzece ölüm yok diye seviniyorum sanki.