O sırada, bir kızla münasebetim oldu. Gazzavi diye, Lübnanlı bir aileden. Çok zengindiler. “Haydi evlenelim.” dedik. Ben oralarda prensim ya, kız da asil olmak istiyor. Babası, “Söylediklerine tabii inanıyorum ama, sen de kabul edersin ki, evlilik ciddî iştir. Aileni, prens olduğunu ispat etmen lazım. Sizin hanedandan birisinin ismini ver, mektup yazıp sorayım. Cevap gelince de hemen evlenirsiniz” dedi. Halife o zaman hayattaydı. Nice’de oturuyordu. Ailenin en yaşlısı, oydu. Müstakbel kayınpedere, Halife’ye mektup yazıp sormasını söyledim. Gazzavi oturdu, bir mektup gönderdi. İade parasını da zarfın içine koydu. “Buralarda Orhan diye bir genç var, Hanedanınızdan olduğunu söylüyor. Kızımla evlenecek. Tanıyor musunuz, hakikaten sizin aileden mi?” diye sordu. Bu arada ben evlilik hazırlıklarıyla meşgulüm. Ama halifenin cevabı bir türlü gelmedi. Sakalına bilmem be ettiğimin halifesi. Adam aslında “Sa Majeste de Caliphe” değil, “Sa Majeste de Carnaval”. Tabii bizim evlilik yattı, kız da bir daha yüzüme bakmadı. Birkaç sene sonra, Nice’deyken Halife’nin evine gittim. Bir villada oturuyordu. Hususi kâtibi Hüseyin Nakib Bey’in yanına çıktım. “Niçin cevap vermedi?” diye sordum. Adam kem-küm etmeye başladı, ben avazım çıktığı kadar “ Karnaval halifesi” diye başladım, ağzıma geleni söyledim. Halife yandaki odada oturuyor, zaten orası Dolmabahçe Sarayı gibi büyük bir yer değil, söylediklerimin hepsini duydu. Ne ortaya çıktı, ne de tek söz etti. Halife ile daha sonra karşılaştık. Mektuba niçin cevap vermediğini yeniden bizzat sordum, “Borcun vardı sandım, o yüzden” demez mi?