Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Tarihin Hafızası

Mehmet Çelik (Prof.Dr.)

En Eski Tarihin Hafızası Sözleri ve Alıntıları

En Eski Tarihin Hafızası sözleri ve alıntılarını, en eski Tarihin Hafızası kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Çanakkale
.. Çanakkale'nin en iyi ve en gerçekçi değerlendirmesini müttefik donanmaları başkomutanı Amiral Hamilton yapmıştır. Büyük Britanya Krallığı'na sunduğu savaş raporunun sonuç kısmında İngiltere'nin bütün kayıplarına karşın kazancını şu satırlarla ifade etmiştir: "Türk Milletinin aydınlarını ve okumuş kesimlerini yok ettik. Gençliğini ve geleceklerini ellerinden aldık!".. Ne acı!!
Sayfa 105Kitabı okudu
1. Dünya savaşı'nda 4 milyon kilometrekare toprak kaybetmiş, 5 milyona yakın insanını yitirmiş, Milli Mücadele'yi çok zor şartlar altında gerçekleştirip, istiklâlini zar zor kurtarmış, savaş artığı 13 milyon nüfusundan 8.5 milyonu kadın, geri kalanları yaşlı, sakat ve çocuklardan oluşan bir toplumla yeni bir devlet kuracaksınız!.. Bu hiç de kolay bir iş değildi. Nihayet dünyada geçerli olan yönetim anlayışı "ulus devlet modeli"ydi ve 1923'te bu modeli esas alan Cumhuriyet kuruldu. Artık parlamenter sistemle, yani halkın özgür iradesiyle seçtiği temsilciler vasıtasıyla kendi kendini yönetmesi söz konusuydu. Ama ortada bir gerçek vardı: Bu 13 milyon nüfus eğitimsiz, aç ve perişandı. Karnını doyurmaktan, hayatını devam ettirmekten başka bir düşünceleri yoktu. Bu nedenle sistemin kuruluşuyla da işleyişiyle de zihnen bile olsa ilgilenecek durumda değillerdi. Evet, ülkede bir parlamento vardı. Seçime benzer bir şeyler de oluyordu: Sandıklar kuruluyor, usulen oy da kullanılıyordu. Fakat milletvekillerini Ankaradan üç kişi belirliyordu. Bu parlamentodan bir başbakan ve bakanlar kurulu da oluşuyordu ama, bu da bir kişinin tayin etmesiyle oluyordu. Özetle "Milli İrade"nin "M"si bile ortalıkta yoktu.
Sayfa 24 - paradoksKitabı okudu
Reklam
1950'lere gelinceye kadar, resim kabaca şöyle teşekkül etmişti: Adı cumhuriyet olan bir sistem vardı, fakat demokratik değildi. Devletin kurumları ve yasaları vardı, fakat bu devlet bir hukuk devleti değildi; çağdaş normlardan uzaktı, insan haklarına saygılı değildi. Devlet, millet için değil, millet bu yeni, tasarlanan devlet için konuşlandırılmıştı.
Sayfa 24 - paradoksKitabı okudu
Sitem, 1950'ye kadar "Cumhuriyet ve halkın kendi kendini yönetmesi masallarıyla" işi idare etmişti, ancak, 1950'de şamarı yiyince, şapkasını önüne koydu ve düşünmeye başladı. Artık milli iradeyle iktidar olmak hayaldi. Ama buna bir çare de düşünülmeliydi. Kurdukları Cumhuriyeti, Haso ile Memo'ya ağzı çorba kokanlara teslim edemezlerdi. Kısa bir süre sonra 1950'nin şoku atlatıldı. 1952'den itibaren hazırlıklara başlandı. Gerekçe hazırdı: İnkilaplar ve Cumhuriyet... Halbuki 1938 10 Kasım'ından bu yana ne CHP ne de İnönü, bir tek sefer olsun inkilapları, ilkerleri ağzına almamışlardı. Atatürk'ün resimlerini paralardan, devlet dairelerinden kaldırmışlardı. Milli eğitimin bastığı kitaplarda da resimleri artık yer almıyordu. Ama demek ki şimdi lazım olacaktı. Bahane de "kuzunun suyu bulandırması..." Ordu içinde hemen bir cunta teşekkül ettirdiler. Ve askeri darbe dönemi... Üstelik ilkinde bir başbakan, iki bakanı astılar, Türk ordusundan da Anadolu toprağı kokan, kumaşı Anadolu insanının tezgahından dokunmuş yaklaşık 5000'in üzerinde subayı emekliye sevkettiler. Utanmadan sıkılmadan yaptıkları bu alçakça darbeyi de millete tam 20 yıl bayram olarak kutlattılar. Bu edepsizliğe cunta başı bile isyan etti ve bayram olarak kutlanmasını kaldırdı.
Çanakkale'nin en iyi ve gerçekçi değerlendirmesini yapan Amiral Hamilton yapmıştır. Büyük Britanya Krallığı'na sunduğu savaş raporunun sonuç kısmında İngiltere'nin bütün kayıplarına karşın kazancını şu satırlarla ifade etmiştir: " Türk Milletinin aydınlarını ve okumuş kesimlerini yok ettik. Gençliğini ve geleceklerini ellerinden aldık!" Bu nedenle Çanakkale kutlanmaz! Anılması lazım.
Sayfa 105 - paradoksKitabı okudu
Tarih, milletlerin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden insan; nasıl dostunu-düşmanını ayırt edemez, alacağını-vereceğini bilemez, geleceğini planlayamazsa; milletler de böyledir. Hafızasını kaybeden milletler de dostlarını-düşmanlarını ayırt edemezler, alacaklarını-vereceklerini bilemezler, istikballerini de planlayamazlar. Hafıza kaybı, vizyonun yok olması demektir. Vizyonu olmayan toplumlar, okyanusta pusulası bozuk gemi gibidirler.
Reklam
Kitaplarda yer alan kuru bilgileri ezberlemek, tarih bilinci oluşturmaz. Sağlıklı tarih bilgisinin yanında, mutlaka tarih felsefesi de bilmek, onu iyice hazmetmiş olmak gerekir.
Öncelikle şunu belirteyim ki, doğru algılayıp sağlıklı değerlendirebilmek için, zihnimizi dezenformasyondan, yani bilgi kirlenmesinden arındırmak zorundayız. Emperyalist amaç ve hedefler için yazılan senaryolar ve sahneye konulan oyunları saf bir seyirci gibi izler ve algılarsak, zihnimiz ve duygu dünyamız olayların peşine takılarak, ucu görünmeyen karanlık bir dehlizde sürüklenmekten kurtulamaz. Neticede meydana gelen olayları tasvip etmesek bile, sahneye sürülen yapay sebeplere hak vermek garabetine düşeriz.
Son iki bin yıllık tarihe baktığımız zaman, yeryüzündeki kan ve gözyaşının müsebbibi olarak Batı dünyasını görüyoruz. İki bin yıllık tarihî süreçte dökülen kana ve gözyaşına baktığımızda, Çinlilerin, Hintlilerin, Farslıların, Arapların, Türklerin, Afrikalıların kaale alınacak bir etkilerinin olmadığını görüyoruz. Bu milletlerin iki bin yıllık süreçte akmasına neden oldukları kan, Batı’nın düzenlediği Haçlı Seferleri’nin sadece bir seferinde dökülen kana eşit olmadığı gibi, örneğin II. Dünya Savaşı’nda akıtılan kanın yüzde birine bile ulaşmamaktadır.
Batının Kültürel Genetiği İşte bu Kolomb’un çocukları modern ve hukukun üstünlüğüne inanan, çağdaş devletler kurduklarını iddia ettikleri XVIII. ve XIX. yüzyıllarda dahi, başta Afrika olmak üzere dünyanın her tarafında sömürge adını verdikleri, oralara medeniyet götürüyoruz propagandalarıyla beraber kültürel genetiklerinin kan ve gözyaşını da taşıdılar. Kilise ve İncil de bu alçakça anlayışın motor gücü ve kamuflaj araçlarından biri olarak kullanıldı. Pamuk tarlalarında günlük yarım kilo eksik toplayan işçilerin ceza olarak ellerinin kesilmesi, Hindistan’da kendi tekstil sanayileriyle rekabet edemesinler diye dokuma işçilerinin sağ ellerinin kesilmesi, hep bu emperyal kültürel genetik anlayışının marifetleriydi. Dünyayı kana bulayan iki dünya savaşı, Japonya’ya atılan iki atom bombası, sadece II. Dünya Savaşı’nda 50 milyonun üstünde insanın hayatını kaybetmesi, bu kültürel genetik anlaşılmadan, kolay kolay izah edilemez sanırım
51 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.