"Bir daha benim ya da annenin önünde Amcan'dan saygısızca söz edersen seni mirasımdan yoksun bırakırım. Anlaşıldı mı?"
Gözleri öfke, kırgınlık ve burukluk yaşlarıyla dolan Salman sessizce başını eğdi.
Bir keresinde İskender Paşa'ya ilk karısını sormuştum. Bana çok kızdı ve bir daha bu konuyu asla açmamamı söyledi. Ben kendisini teselli etmek için sormuştum aslında; oysa o çok garip davrandı. Sonra da bu davranışı bana saklayacak bir şeyi olduğunu düşündürttü, Taş Kadın. Bu ailenin erkeklerinde ne var böyle, Taş Kadın? Ergenlik çağına geldikten sonra birden kendilerini çekiyor, araya mesafe koyuyor, annelerine ve kız kardeşlerine küçümseyerek bakmaya başlıyorlar.
Zavallı Salman. O sadece bir gün bu evin kendisine kalıp kalmayacağını öğrenmek istiyordu. Kocam sanki bir cinayet tasarlıyormuş gibi baktı onun yüzüne. Ben annesi değilsem de o oğlanı çok severim.
Babasının onunla konuşmasını istiyorum. Ona kendisini ne kadar çok sevdiğini söylemesini. Annesinin kendisini doğururken ölmüş olması Salman'ın suçu değil. Ama o babasının kendisine karşı kayıtsızlığını hissediyor.
"Demek sen artık annesin, Nilüfer." Benimle o gün sadece o kadar konuştu. Sanki dünyaya çocuk getirmek bir yenilikmiş gibi sesinin tonunda bir şaşkınlık vardı.
Ben babamın önünde hiç rahat edememiştim. Buyurgan bir insandı. Kendi davranışlarının en hafif bir şekilde eleştirilmesine bile tahammül edemezdi; ne geçmişte, ne de şimdi. Mutlaka herkese bir kusur bulurdu.
"Geri döndüm, Taş Kadın. Küçük bir oğlanla döndüm. Seni özledim, Taş Kadın. Kocama söyleyemediğim öyle çok şeyim vardı ki. İnsanların özlemlerinden söz edemediği dokuz yıl gerçekten çok uzun bir süreymiş."