1940’lı yılların gölgesinde, daha ömrü boyunca bir kızın elini bile tutmadan, hiç ummadığı biranda, hayatına giren genç bir kızla evlenmişti Servet Bey. Bir söz ile başlamıştı bu evliliği. Evet, Ahmet amcasının dudaklarında parıldayan ve onun ölümü ile süregelen bir sözdü bu. Servet beye evlenmek isteyip istemediği hiç sorulmadan, fikri dahi alınmadan başlamıştı bu dayatma evlilik. İmkânsız bir hayata merhaba dediği o ilk gecesinin ardından, Erzurum’dan kalkan bir trenle Sivas’a, askeri birliğine doğru hareket ediyordu bedeni. Sonrasında ise kaçınılmaz bir ölüm aralamıştı kapısını. Üstelik çarpışmada kaybolan cesedinden ise, haber dahi alınamamıştı. Onun yokluğunda boş bir mezara dökülecekti geri kalanların tüm umutları. Öte yandan uzak diyarlarda, o ilk evlilik gecesinin tan yelinde filizlenen tohumuyla, 9 ay sonra babasız bir hayata merhaba dedi Serhat. Yıllarca babasının hayaliyle büyüyüp delikanlılık çağlarına erişmişti, ama hayatı boyunca hiç bitiremediği bir heyecan ve özlemle ona doğru koşuyordu. Zor şartlara rağmen yanından biran bile ayrılmayan anasından okul sebebiyle ayrılıyordu artık. Ant içmişti bir gün babasının naaşını bulup, toprağına iade edeceğine. Bu sebepten azmedip askeri lise sınavlarında üstün bir başarı elde etti. Liseyi de bitirdi, harp okulunu da. Annesi Zehra Hanım, oğlunu okutmak için babadan yadigâr kalan bağı bahçesi, nesi varsa satıp onun okul masraflarına sarf etti. Karşılığında bulduğu, ölüme hazırlanan bir evlattı serhat. Mesleğini eline ilk aldığı gün babasının vurulduğu sınır topraklarındaydı. İşte ne olduysa kopuş burada başladı. Hayatına apansızın giren bir düşman kadınına aşık olmuş ve yeminini bile unutmuştu…