Ağlamıyordum. Ona ağlayamadığımı, ağlamayı beceremediğimi, erkeklerin çoğunun bu kabiliyeti kaybetmiş olduğunu söyledim; eğer kaybetmeselerdi bu denli salak olmazlardı dedim.
☞"Sen öleli dört hafta oldu. Dün gece ilk kez geri geldin. Ya da bir başka deyişle mevcudiyetin, yokluğunun yerini aldı. Beethoven'in (op. 51) piyano için 2 no.lu Rondo'sunu dinliyordum. Neredeyse dokuz dakika boyunca sen o Rondo idin, ya da Rondo sendin. Uçuculuğun, direngenliğin, kalkık kaşın, sevecenliğin vardı onda.
Bu ağıdı
Nerdesin, annem? Ölülerin asıl mekanının hiçbir yer olduğunu söylemişti birisi . Ama bu ne demek oluyor ? Bizim hayatlarımızda bunun karşılığı yok . Hiçbir yerin neresi olduğunu bilmiyoruz biz .
Ya giysilerini ne yapacağız? Şu sırada bu soru pek çok evde bir sevgilinin vefatının ardından soruluyor olmalı. Yanıtlar net: kimini aile yakınlarına, samimi dostlara ve komşulara teklif eder, yardımsever kuruluşlara bağışlarsın. Birkaç parçayı sevdan hatırına kendine saklarsın.
Yanıtlar aşikâr, oysa soru hiçbir yanıta tahammül göstermeyen gizli bir soru işareti gibi ısrarlı.
Şimdi sana söyleyeceklerimi bilip bilmediğini bilemem. Bilmenin öyle çok katmanı var ki , ve çoğu zaman en derinlerdeki katmanları kelimelere de , düşüncelere de sığmaz . Bildiğine inanıyorum.
"... senden önce ölürsem eğer, dedin bana, bayatlamış sözcüklerden ve gecikmiş buluşmalardan esirge beni . Uyuduğum topraktan al götür beni, zira belki de bir sap yeşillik, ölümün bir başka dikim olduğunu gösterecektir sana..."
Bana hep dediğin gibi, “ Roma bir günde inşa edilmedi”yse eğer, belki de doğduğumuz günden ölene değin en hayati şeyleri benliğimizin derinliklerinde taşıyoruz.
Geçmişe bakıyoruz, bakarken senin de bizimle birlikte olduğunu hissediyoruz. Elbette saçma bu, çünkü sen geçmişle geleceğin var olamayacağı bir yerde, zamanın ötesindesin. Buna rağmen bizimlesin.