Varoluş ve Psikiyatri kitaplarını, Varoluş ve Psikiyatri sözleri ve alıntılarını, Varoluş ve Psikiyatri yazarlarını, Varoluş ve Psikiyatri yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Literatür taraması tadında olan kitap her bölümünde ayrı bir tat veriyor. Psikiyatrinin tarihi sürecinden varoluşçu psikiyatrinin temellerine, psikoterapi sürecinin nasıl ilerlemesi gerektiğinden psikoterapistin özelliklerinin neler olması gerektiğine, anlam arayışından narsisizme, yaşam ve ölüm dualizminden yaratıcılık ve psikiyatri bağlantısına çok geniş bir yelpaze açıyor Engin Geçtan. Alanında çok iyi insanların aforizmalarını, sorgulamalarını, tanımlamalarını alıp kendi kişisel deneyimleriyle önümüze koyuyor. Hepimiz varoluş üzerine sistemsiz düşünürken bize bir taslak sunuyor. Varoluş vakumu, varoluş nevrozu, ‘ben-sen’ ilişkisi, kolektif narsisizmin doğuşu, şişmik benlik imgesi, yabancı anksiyetesi, varoluş suçluluğu… Varoluş anksiyetesini pozitif güdüleyici olarak ileri sürüyor. Psikoloji ilgi alanınıza giriyorsa, akıcı ve anlaşılır dil arıyorsanız bu kitabı mutlaka okumalısınız.
Varoluşunun sorumluluğunu üst sistemlerin egemenliğine terk etmiş çağdaş insan, kişisel trajedilerin yaşanamamasının yüzeyselliğinden kaynaklanan kolektif bir trajedinin parçası olabilir yalnızca.
Engin Geçtan, her kitabında olduğu gibi hayat hakkında biriktirdiği "koleksiyonluk an"ları, mesleki deneyimi ve bilgisiyle harmanlayarak okuyucuya sunmuş. Aslında salt mesleki deneyimin de ötesinde bir hayat deneyimiyle, New York'tan Çek Cumhuriyeti'ne, Heidegger'den Jung'a hayatın anlamını, anlamsızlığını, varoluşlarımızı ve olamayışlarımızı ele alıyor. Benim şimdiye kadar okuduğum Engin Geçtan eserlerinden en sevdiğim kitabı oldu.
✓ Kimler Okumalı? ✓
Özellikle Psikiyatri alanında çalışan ve eğitim gören hekimler okumalı ama mesleki terim yükü olmadığı için bu alanda okumak yapmak isteyen herkese açık bir kitap şeklinde yazılmış.
× Bazı Güçlükler ×
Bence kitabın tek güç yanı son'lu olmasıydı :')
İnsan , varoluşunu gerçekleştiremediği oranda çevresiyle bağını da yaşayamaz, bunu yaşayamamaktan ötürü onlara bağımlı bir yaşam sürdürmekte olmanın öfke ve düşmanlığını , bazen onlara bazen de kendine yöneltir.
Gerçek acının kişi için bir anlamı vardır. Anlamı olan acı daha kolay kabul edilir. Anlam inanmayı içerir. İnançlarımız dünya ile aramızdaki bağları oluşturur. Bu bağlarda kopma olduğunda acı çekilir ve mutsuzluk yaşanır.
Yaşama anlam katabilme gücü, yaşamın anlamsızlığını kabul etme yürekliliğiyle etkinlik kazanır. Ama çoğu zaman insan bu ürkütücü gerçekle yüzleşmektense, kendisine yabancılaşma pahasına geliştirdiği by-pass sistemleri içinde sıkışıp saklanmayı yeğler. Yaşamın anlamsızlığıyla yüzleşmek yerine yaşamın anlamsızlığını tartışır. En azından üst sistemlerin beklentileri göz önünde bulundurulduğunda, insanın kendisini süreç olarak gerçekleştirmesinin her zaman mümkün olamayacağını tabii ki kabul etmek gerekir. Ama sanırım önemli olan, kendimizi ne zaman yaratıp ne zaman sattığımızın farkında olabilmek.
İnsan, varoluşunu gerçekleştirebildiği bir yaşantısı sona erdiğinde bir başka yaşantıya geçer. Varolabilmek yerine olması gerekenin yaşandığı, dolayısıyla çevreyle bütünleşmiş bir birliktelik yerine seyirci olarak katılılan durumların ardından insanlar bir başka yaşantıya geçemez ve yaşayamamış olmanın ağırlığını bir sonraki geleceğe taşırlar. Bu nedenle kendimizi varedemediğimiz beraberliklerin ardından o beraberlikte olanları irdeler ve yargılarız. Kaza geçiren insanların sonradan olayı sürekli anlatarak etkisini hafifletmeye çalışmaları gibi.
Daha açıklayıcı bir şekilde ,
Varolamamamızın yarattığı boşluktan kaynaklanan anksiyete , kompulsif konuşmayla giderilmeye çalışılır.