Buluşma ânının en büyük ümitler ve korkularla dolu heyecanı, onun yüzünden benim üstüme bir aşk rahmeti gibi boşalmalıdır. Fakat yüzü ne kadar donuk! Sanki, arzusuna rağmen, kaderi tarafından bana doğru itilmektedir. Adımlarında ne ağırlık! Hemen geri dönüp gidiverecekmiş hissini veren bir isteksizlik zevahiri altında, belki, iradeyi bunaltan bir zahmetle gizli tutulan müthiş bir heyecan vardı. Fakat bu "belki" o ânın sevincini bulandıran en korkunç emniyetsizliktir. Yaklaşır. Kalkarım. Önüne bakarak oturur. Benim gözlerim onun yüzündedir. Bu fark iki cinsin tabiatı arasında mı yoksa hislerimizin dereceleri arasında mı? Buluşma ânının ilk muamması budur.
Asıl dava kendimizle kendimiz arasındadır. Sevgiliyi dışarıda öldürme neye yarar? İçimizde yaşadığı müddetçe, biz sadece bir şeklin katili olmakla kalırız. Onu içimizde öldürebilmeliyiz. Unutmak budur.