Ölümün en derin anlatımı olabilir mi acaba bu eser? Üç farklı gözden, üç farklı anlatımla hem de.. Küçük bir çocuğun, bir annenin ve iyi yürekli bir dedenin gözünden, tüm kasabanın nefret ettiği bir insanın ölüm şekline tanıklık ettim.
Kasabanın tek doktorunun, ihtiyaç duyulduğu zamanda ‘tüm bildiklerimi unuttum’ demesi ve tüm kasabayı kendine düşman etmesi, yaşlı albayın ‘seni akbabalara yem etmeyeceğim’ sözü ile başlayan hikaye aldı götürdü resmen. Tüm kasabayı mutlu edecekti o ölümün kokusu halbuki..
.
Kısa ama çok yoğun hissettiren bir kitaptı. Severek okudum şimdiye kadar okuduğum diğer Marquez kitapları gibi. Fakat ‘Yaprak Fırtınası’ndan sonra birkaç hikayelik bölüm vardı ve onları okurken Arel Batın ile aramızda şöyle bir konuşma geçti:
-çok merak ediyorum anne kitabını sesli okur musun?
+okurum tabi oğlum ama sevmeyebilirsin
-olsun, sen yine de oku
Ardından ‘İsabel’in Maconda’da Yağmuru Seyrederken Kendi Kendine Konuşması’ başlıklı hikayeyi okudum ona ve hiç sıkılmadan pürdikkat dinledi. Bitince demek bu yüzden kapağında su ve suda yüzen insan resmi varmış dedi. Şimdi ben, bu hikayeyi ve bu kitabı asla unutamam. Oğlumun ilk dinlediği romanın bir Marquez romanı olması çok güzel. Bir gün de Yaşar Kemal okuruz inşallah:)