“Hünkarım,yaşlı kullar çok yoruldu,lütfen atınıza binin ki onlar da binsinler.”
Yavuz Padişah hayretler içinde hocasına bakıyor.
“Görmüyor musun hocam,görmüyor musun? Bu durumda nasıl ata binilir?
İbn-i Kemal,Yavuz Selim’in gördüğünü görmüyordu!
Yavuz Padişah nemli gözlerle hocasına baktı.
“Önümüzde gideni görmüyor musun Hocam?”
Hoca dikkatle baksa da,görünen tek şey uçsuz bucaksız kum deryasıydı.
“Görülecek ne var ki?” diye sordu çaresiz.
Yavuz Padişah iki hıçkırık arasında bir dünya sığdırdı:
“Resulüllah önümde yaya yürürken,ben nasıl ata binerim?”
Ne demişti: “ Meşru hedefe yürüyen padişahın önderi Peygamberdir!”
Cihan padisahi Yavuz Sultan Selim, Sam yakinina otagini kurdurarak burada üç ay kadar kalmis. Bir Türkmen kizi da, zaman zaman padisahin çadirina gelerek, otagin temizlik islerini yapar, hünkâr çadirini tertibe ve düzene sokarak siradan gündelik islerle mesgul olurmus? Yine bir sabah temizlik için geldiginde, Sultan Selimi görmüs. Türkmen
MİLADİ 1470 yılıydı...
"Bugün, bu hanedanın bir erkek çocuğu doğacak, vücudunda yedi ben olacak, padişahlığa çıkıp vücudundaki ben sayısı kadar hükümdar yenecektir."
"Hayır! Ben haremeynin hâkimi değil, hadimiyim, hizmetkârıyım. Hatip efendi, hutbeyi 'Hadimü'l-Haremeyn' şeklinde değiştiriniz."
Herkes şaşkın...
Bu engin tevazu, Harem-i Şerifte gösterilen bu derin hürmet, gözyaşlarını çağlayana döndürmüş. Herkesin içinde kabaran duygu dünyası, göz pınarlarına vurmuş. Tekbir çınlıyor kubbelerde. Sonra sessizlik...
Sessizlikte yine hatibin sesi:
"Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn Sultan ibn-i Sultan Selim Han!"