Kilerimiz yeniden doldu; artık sofradan yarı aç yarı tok kalkmıyor, guruldayan midelerimizden yakınmıyorduk. Bu değişiklik sayesinde sonsuz bir şükran duyacağımızı düşünmüş olabilirsiniz, ama işin aslı şu ki: Bir süre sonra bu olayı olağan bir şeymiş gibi kabullendik. On gün sonra artık iyi yemek yemeyi çok normal bir şey gibi görmeye başlamıştık, aradan bir ay geçince de doğru dürüst yemek bulamadığımız günleri anımsamakta güçlük çeker olduk. İşte yoksunluk böyledir. Bir şeyin eksikliğini çekerken durup dinlenmeden onu arzularsınız. Ah bir sahip olsaydım ona, bütün sorunlarım çözülürdü diye düşünürsünüz. Ama bir de ona sahip olunca, arzuladığınız şey elinize verilince, bütün çekiciliğini yitirmeye başlar. Başka gereksinimler öne çıkar, başka istekler kendini hissettirir, sonunda başladığınız yere dönmüş olursunuz.
“Çok çalışıyorsun,” dedi Aesop bana bir öğleden sonra. “Kendinin haklı olduğuna o kadar takmışsın ki kafanı, çevrende olup biteni görmüyorsun bile. Burnunun ucunda olanları görmezsen, asla kendine bakamaz, kim olduğunu bilemezsin.”