Büyük bir tutkuyla bağlanırız hayata. Hiç bitmeyecek ve tükenmeyecek sanırız. Emellerimiz, isteklerimiz ne de çoktur. Hayaller kuşatır dünyamızı. Arzularımız sanki kucaklar asırları. Sonsuzluğu yaşarız duygularımızda. Ölüm mü? Çok uzaklarda bir serap. Başkası için, en yakınımız için olabilir bir gerçek. Bizim için mi? Sonsuzluğa planlanmış bir hayat planında düşünülmeyen bir ihtimal!
Dünyaya bakışın ikinci tarzı da, dünyanın ebediliğin kazanıldığı yer, bir servet kaynağı olmasından... Bu yüzle bakılan dünyada yalnız ahiret gözüküyor. Dünya, ahiret için bir pazar yeri oluyor. Kim sevmez alışverişi, ticareti? Bu bakışta dünya, ahiret için bir tarla oluyor. İnsanın ekip biçtiği. Bu ciheti ile dünya baha biçilmez bir değer kazanıyor. Bir anı, bir dakikası eşsiz bir değeri içine alıyor. Bu yüzden insanın kulluk yönü ortaya çıkıyor.
Bu sevgi değil miydi; insanlara dünya malını toplatıp, kaybetme korkusuyla telaşlandıran? Ve bu sevgiydi; mutluluk ile hüznü, neşe ile acıyı, kavuşma ile ayrılığı insana yaşatan Sevgi, yoksa ayrılığın adı mıydı?