Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ortaçağ: Feodal Dünya

Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt

Server Tanilli

En Beğenilen Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt Sözleri ve Alıntıları

En Beğenilen Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt sözleri ve alıntılarını, en beğenilen Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Değerli ağaçlardan Müslüman dünyada çoğu kez heykel yapılmaktadır; bunun gibi, kakmacılık, Müslümanlara özgü bir sanattır.
Frank top­lumu, Karolenj devrinde de, Merovenj devrinde olduğu gibi kölecidir: İngenuilerle serviler arasındaki İlkçağ’dan gelen zıt­lık, çağdaşların gözünde temel ayırım olarak kalmaktadır; yalnız birinciler toplumun üyesidirler ve o sıfatla askerlik ve adlî etkin­liğe katılırlar. Dil de göstermektedir bunu: «özgür» ve «frank» eşanlamlıdır.
Reklam
Fas’ta, yeni kentin Büyük Cami’si ile El Attarin medresesini. İran’dan getirilmiş bir tekniğe dayanan madenî yansımalı çinile­ri, ünlü silahları -Boabdil kılıçları- ve deri işleriyle, İspanya Marok sanatı, devrin Doğu sanatından -belki- daha az çeşitli­dir, ama kendine güvenen bir beğeniyi taşır ve Hıristiyan fethin­den sonra da yaşayacağım gösterir. Müslüman sanatçılar, İspan­ya’ daki hükümdarlar için çalışıyorlardı, nitekim XIV. yüzyılda, Sevilla’daki Alkazar’ı yaparlar; Endülüs’teki teknikler, Müdejarların fethinden sonra da horlanmadı, XVI. yüzyıla kadar sürdü ve Gotik sanatın ya da Rönesansın gitgide ağır basan etkileriyle içiçe geçti. Endülüs sanatı, en güzel eserlerinden biridir insanoğ­lunun.
Bir Osmanlı uygarlığı vardır şimdi: Bu uygarlık, eski Selçuk başkenti Konya’nın sahipleri Karamanoğulları Beyli­ğinde, Kastamonu Beyliğinde ve Ak Koyunlularda açılıp geliş­miş olan değerleri tek bir potada eritmektedir. Bu uygarlıkta kültür, Arap ve İran geleneğine alabildiğine bağlı kalmaktadır; çünkü, ilahiyatçılar ve hukukçular, düşüncelerini Kur’anın dilin­ de dile getirir ve mistikler, şairler ve her türden anlatıcılar, sık sık Farsçadan yararlanırlarken, Türk edebiyatı, özellikle çeviri­lerle yetinmektedir*. Bu edebiyat, mistik ya da İran’ın, kimi zaman da Arapların epik temalarını geliştirir ve -yurtdaşların- dan çoğunun anlamaması bahasına- Türkçe yazdıklarını Farsça düşünmeye kendini vermiş okumuşlara ulaşır. Aslında, hâlâ yolunu aramaktadır bu edebiyat, Orta Asya’nın benzer kültürle­riyle temasını da sürdürerek; ne var ki, bilgince çeviriler dışın­da, nazımda ya da, XV. yüzyıldan başlıyarak nesir alanındaki eserlerin yekûnu, daha şimdiden büyüktür ve doğrudan doğruya halkın anlayacağı şeylerdir. Bu arada, Türkçeyi Farsçadan iyi bilen hükümdarlardan bahsetmek istemiyoruz.
Bu konu ile ilgili Ibni Hişam'in çok güzel anlatımı var
Mekke kenti, VI. yüzyılda,Arabis­tan’ın en önemli merkeziydi. Tapınağı Kâbe sayesinde dinsel bir, başkentti; ticaret yönünden ise, uzun zamandan beri Petra’nın yerine geçmişti.
« Ortaçağ» terimi, XV. yüzyıldan kalmadır. İtalyan ede­biyatçıları ve tarihçileri çevresinde ortaya çıktı bu terim. Bu aydınlar, kendi kültürlerinin, doğrudan doğruya İlkçağ kültürün­ den doğduğuna inanıyorlardı; bu İlkçağ kültürü, İtalya’da, yeni­den ortaya çıkmıştı onlara göre. Ve İlkçağ’la Rönesans arasında­ ki döneme, derin bir kültürel çöküş, bir «Ortaçağ» (medium aerum) olarak bakıyorlardı. İnsanlık tarihinin ana devirleri -malûm- XVII. yüzyılın sonunda saptandı: İlkçağ, Ortaçağ ve Modern Zamanlar idi bun­lar. Yükselen burjuvazinin görüşlerini dile getiren Rönesans tarihçileri de, Ortaçağ’ı, Kilise’nin egemen olduğu bir gerileme ve karanlıkçılık devri olarak görüyorlardı. XIX. yüzyılda, burju­vazi, feodalizm karşı kesin zaferini kazanınca, en ileri ülkelerin burjuva tarihçileri, Ortaçağ’la ilgili değerlendirmelerini değiştir­diler; bilime tarihsel «ilerleme kavramı» girdiği için, bir Ortaçağ’ın yarlığım tanımak zorunda kaldılar bu tarihçiler de. Bu devri ülküleştirmeye ve çağdaşlaştırmaya kalkanlar bile oldu. Ancak, gerçeği şu ki, burjuva bilimi, Ortaçağ hakkında gerçek­ten bilimsel ve nesnel bir ölçüt koyamadı ortaya.
Reklam
431 yılında Efes Konsili, Sasanîlerin ülkesine sığınmış Nesturiliği mahkûm eder; 451 yılında Kadıköy Konsili de Monofizitliği. Ne var ki, Suri­ye’de ve Mısır’da gücünden hiçbir şey yitirmeyen Monofızitlik, bir yüzyıldan fazla bir zaman, tâ Konstantinopolis’teki hükümet çevrelerine değin etkide bulunacaktır. İmparatorların, Monofızitlere verilecek ödünler, Roma ile birlik ve Monofizitler karşı­sında sertlik politikası arasında duraksadıkları olmuştur.Ancak, iç barışı sürdürmek için Monofızitlere verilecek ödünler boşa çıkmış, fazla olarak da Roma ile güçlüklere yol açmıştır. Özellik­le Justinianus, öteki sapkınlara ya da imansızlara, Ariusculara, paganlara, Manicilere, Yahudilere zulmederken, Monofızitlere de zulmetti. Buna bir tepki olarak, Monofizitler, kesin biçimde ayrı ve özerk kiliseler kurdular: Kıptî Kilisesi, Suriye -ya da Yakubî- Kilisesi, çok geçmeden de Ermeni Kilisesi böyle doğ­du. Her birinin törenleri, kendi dillerinde yapılıyordu ve kendi hiyerarşilerine bağımlıydılar.
Sanatçıyı ilgilendiren, insan, birey olarak insandır artık! Perspektifin kanunlarından ele geçirilen, mesafe ile hacmin kanunlarıydı; XV. yüzyılın ikinci yarısında renge egemen oluş eklenir buna; sanat, portrede kazanılan başarılarla bireyselleşir; tuval üstüne resmedilmektedir daha çok, değirmi çerçeve sevilir ve yeni yağlıboya resim tekniği,
Coğrafyacılar içinde en zengini, 1000 yılına doğru yaşayan Mukaddisi'dir: Eserlerinde harita deneyimleri de vardır onun.
Çin’e Barbarların girişi, topluma gerçekten bir karışıklık ve düzensizlik getirmişti. Güneydeki İmparatorluğa kitle halinde göçen eski soylular, daha önce gördüğümüz gibi, büyük mülkiye­ti orada da ihya etmiş ve ayrıcalıklarını yeniden yürürlüğe sok­muşlardı. Kuzey Çin’de ise, yeni imparatorlar, öyle bir ülke kar­şısında bulunuyorlardı ki, kendi zayıf güçleri onu yeniden örgüt­lemede yetersizdi. Öyle olduğu için de, görevlilerini, Kuzey eya­letlerinde kalmış en bilgili kişiler arasından derlediler; dokuz sınıfa ayrılmış olan bu kişiler, aralarında ciddî bir hiyerarşi bulu­ nan bir soylu sınıf oluşturdular. «Eski Kapı», «Yeni Kapı», «Soy­lu Kapı» diye adlar taşıyan bu aristokrasi, özellikle istilacılarla yapılan evlilikleri hiç hoş karşılamıyordu. İstila edilmiş bölgeler­ de, yabancı düşmanlığı, hatta bir ırkçılık hüküm sürmüştür.
90 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.