2024 yılının ilk kitabı olan Zemberekkuşunun Güncesi isimli Murakami imzalı bir şaheseri bitirdim. Böylesine muazzam bir eseri okumanın hazzını iliklerime kadar hissettim. Yarın kitabı iyice özümseyip incelememi yazmaya gayret edeceğim..
Bu dünyada gri rengin ne kadar çok tonu vardı, hayran olmuştum. Ne garip şey, insanlık hali, diye düşündüm: inanılmaz bir gri tonları yelpazesini izleyebilmek için on dakika kıpırdamadan durmak yetiyor. Bir süre, bu çeşitli gri örneklerini izleyerek ve hiçbir şey düşünmeksizin ıslık çalıp durdum.
Bu ıssız bahçede oturmuş, bir yandan beceriksizce ıslık çalıp kuşu seyrederken, birden yeniden çocukluğuma dönmüşüm gibi geldi: beni kimsenin bulamayacağı, gizlenecek bir yer keşfetmiştim. Bunu düşününce, birden içimi büyük bir huzur kapladı. Ayaklarımı sandalyenin kenarına çektim, dizlerimi büküp yanağımı üstüne dayadım. Sonra bir an gözlerimi kapadım. Hâlâ tık yok. Gözkapaklarımın arkasındaki karanlık, bulutlu bir gökyüzüne benziyordu, ama biraz daha koyu griydi. Zaman zaman görünmez bir ressam gelip bu griye küçücük bir renk dokunduruyordu. Bu, bazen yaldızlı beneği olan bir gri ya da yeşil veya kırmızı karışık bir gri oluyordu.
Kuşun yanından geçip saçağın altına yığılmış beyaz plastik sandalyelere yöneldim, birini kaldırıp baktım. En üstteki, çamur içindeydi ama onun hemen altındaki kirli sayılmazdı, oturmadan önce elimle tozlarını sildim. Bahçenin yüksek otları beni gizliyordu, sokaktan beni kimse göremezdi, ayrıca saçağın altına sığındığımdan, yağmurdan da korunuyordum. Bu yüzden, hafifçe ıslık çalarak incecik yağmur altındaki bahçeyi seyre koyuldum. Farkında olmadan, Rossini'nin Hırsız Saksağan'ını seçmişim; makarnamı pişirirken o yabancı kadının bana telefon ettiği sırada çalan melodiyi.
Her şeye rağmen, bahçeye girip kapıyı ardımdan çabucak kapadım. Ne olursa olsun, diye düşündüm. Başıma bir şey gelecekse, varsın gelsin. Eğer başıma bir işin geleceği varsa, ben ne yapabilirim ki?
Boş evi kuşatan parmaklıkta gene öyle, parmaklıklı küçük bir kapı açılmıştı. Şöyle bir itecek oldum, beni içeri davet edercesine şaşılası bir kolaylıkla açıldı. "Pek zor değil, baksana, gir içeri olsun bitsin!" İşte bu kapı, bana böyle diyordu. Bu arada, şu son sekiz yıl boyunca biriktirdiğim bilgilere başvurmadan bile, başkasının mülkiyetine izinsiz girmenin yasadışı bir eylem olduğunu bilmez değildim. Eğer kuşkucu komşular beni böyle, boş bir evin bahçesinde dikilmiş görür de polise haber verirlerse, onlar da hemen gelip beni sorguya çekerdi. Onlara kedimi aradığımı söylerdim.
Parmaklığa dayanmış, limonlu bir pastili emerek bir süre bahçeyi seyrettim, ama kediyi hiçbir yerde göremedim. Aslında, hiçbir yerde hiçbir şey göremedim. Sanki olağanüstü etkili doğal bir güç, eşyanın doğal devinimini durdurmuş ve burasını öylece, olduğu gibi kalmaya zorlamıştı.