Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

kitaplariminsatiraralari

kitaplariminsatiraralari
@kitaplariminsatiraralari
Kader seni güldürmüyorsa espriyi anlayamadın demektir. • instagram.com/kitaplariminsat...
71 okur puanı
Mayıs 2018 tarihinde katıldı
“ Bir an geliyor, Subay çocuğun önünde duruyor, ona uzun uzun bakıyor, sonra ağır, bezgin, sıkıntıdan bunalmış bir sesle ona şöyle diyor: ‘Bana bak, sana kötülük etmek istemiyorum. Sen bir çocuksun, ben çocuklarla savaşmam. Askerlerime ateş ettin ama ben çocuklarla savaşmam. Lieber Gott, savaşı ben icat etmedim ya.’ Subay sözünü yarıda kesiyor, sonra çocuğa olağanüstü yumuşak bir sesle diyor ki: ‘Bak bana, benim bir gözüm camdandır. Sahicisinden ayırt etmek kolay değildir. Sen şimdi bana hemencecik, düşünmeksizin, gözlerimin hangisinin camdan olduğunu söylersen seni serbest bırakırım, gidersin.’ ‘Sol gözün camdan,’ diye yanıtlıyor çocuk ânında. ‘Nereden anladın peki?’ ‘Çünkü iki gözünden yalnızca onda insanca bir bakış var.’ “
Sayfa 378 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
“Soğuktan kavrulan gözkapağı ölü bir deri parçası gibi kopar, gider. Varşova’da Caffe Europejski’de o zavallı askerlerin gözlerine dehşetle bakıyordum, fal taşı gibi açılmış, sabit bakan o gözbebeği ışığın verdiği rahatsızlıktan korunma çabasıyla, bir büyüyor bir küçülüyordu. O bahtsız insanların karanlıkta gözleri fal taşı gibi açık uyuduklarını düşünüyordum, gözkapakları gecenin kendisiydi; gündüzü gözleri fal taşı gibi açılmış yürüyerek geçiriyorlar, geceye doğru ilerliyorlardı; güneşin alnında oturup gecenin gölgelerinin gözlerine gözkapağı olmasını bekliyorlardı; alın yazıları delirmekti; olsa olsa delilik kapaksız gözlerine biraz gölge yapardı.”
Sayfa 365Kitabı okudu
“Kadim Türk uygarlığından,” dedi Agâh Aksel, “günün birinde geriye kala kala birkaç halı kalacaktır. Biz yiğit ve bahtsız bir halkız. Başımıza gelen bütün belalar yüzlerce yıllık hoşgörümüzden kaynaklanıyor. Eğer o denli hoşgörülü olmasaydık, belki de bütün Hristiyan âlemini boyunduruğumuzun altına alırdık.”
Sayfa 328 - Can YayınlarıKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“Bir zamanlar insanlar koluyla çalışır, şapkasıyla selam verirlerdi, şimdi kollarıyla selam veriyor, ‘şapkalarıyla çalışıyorlar.’”
Sayfa 293 - Can YayınlarıKitabı okudu
(!) “Bakın şu duvara,” dedi bana Frank. “İngiliz ve Amerikan gazetelerinin sözünü ettikleri, üstü mitralyözlerle dikenlenmiş korkunç beton duvara benziyor mu hiç?” Ve gülerek ekledi: “Yahudiler, zavallıcıklar, hepsi göğsünden illetli: bu duvar hiç değilse onları rüzgârdan koruyor.”
Sayfa 251 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
“Ölüler öfkeli, inatçı, vahşidir. Ölüler aptaldır. Çocuklar ve kadınlar gibi kaprisli, kendini beğenmiştir. Ölüler delidir. Bir ölü bir canlıdan nefret ederse vay haline. Aşık olursa vay haline. Bir canlı bir ölüyü aşağılarsa, gururunu zedelerse, onurunu yaralarsa vay haline. Ölüler kıskanç ve intikamcıdır. Kimseden korkuları yoktur, hiçbir şeyden korkuları yoktur, ne dayaktan ne yaralanmaktan ne dünya kadar düşmandan. Ecelden bile korkuları yoktur. Dişleriyle, tırnaklarıyla dövüşürler, sessizce, bir tek adım gerilemezler, avlarını bırakmazlar, asla kaçmazlar. Soğuk, inatçı bir cesaretle, son ana değin savaşırlar: gülerek ya da dişlerini göstererek solgun, dilsiz, suratları allak bullak, gözleri fal taşı gibi açılmış, yuvalarından uğramış deli gözleri. Yenilip de yere serilince, bozguna ve aşağılanmaya boyun eğince de tatlı, yağlı bir koku salarlar ve çürürler, yavaş yavaş.”
Sayfa 243 - Can YayınlarıKitabı okudu
“Yahudileri öldürmek,” diye sürdürdü Frank, “Alman tarzında yoktur. Aptalca bir çaba, yararsız bir zaman ve kuvvet kaybı olur. Biz onları toplayıp Polonya’ya götürüyoruz, gettolara kapatıyoruz. Orada canları ne isterse yapmakta serbestler. Polonya kentlerindeki gettolarda, Yahudiler özgür bir cumhuriyette gibi yaşıyor.”
Sayfa 209 - Can YayınlarıKitabı okudu
“Evime giriyorum, çevreme bakıyorum: bütün arkadaşlarımı kitaplıkta oturmuş görüyorum...”
Sayfa 158 - Can YayınlarıKitabı okudu
“Şayet istediğiniz savaşı kazanmaksa,” dedim, “işçinin yurdunu yok edemezsiniz. Makineleri, fabrikaları, endüstrileri yok edemezsiniz. Bu yalnız Polonya’nın sorunu değil, Avrupa’nın sorunu. İşgal etmiş olduğunuz öbür Avrupa ülkelerinde de soyluların yurdunu, burjuvaların yurdunu yok edebilirsiniz ama işçilerin yurdunu yok edemezsiniz. Bana öyle geliyor ki bu savaşın bütün anlamı burada saklı, bütün anlamı ya da çoğu anlamı.”
Sayfa 127 - Can YayınlarıKitabı okudu
“İşçinin yurdu makinedir, fabrikadır.”
Sayfa 127 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
“Mussolini ile Papa’nın arasında da başlangıçta büyük sorunlar çıkmıştı. Her ikisi de aynı kentte yaşıyorlar ve her ikisi de yargılarının mutlak olduğunu iddia ediyorlar: çatışmamaları olanaksızdı. Sonra bir uzlaşmaya vardılar ve şimdi her şey genel bir hoşnutluk içinde gelişiyor. Bir İtalyan doğduğunda, Mussolini onu koruması altına alıyor: ilkin çocuk yuvasına gönderiyor, sonra okula yolluyor, sonra ona bir meslek öğretiyor, sonra onu Faşist partiye kaydediyor ve işe koşuyor, yirmi yaşına kadar böyle. Yirmisine gelince silah altına alıyor, iki yıl kışlada tutuyor, sonra terhis ediyor, yine işe koşuyor, hem reşit olur olmaz everiyor: çocukları olursa, onlara da babalarına yaptığının aynını yapıyor. Derken baba ihtiyarlayıp da çalışamaz olunca evine yolluyor, bir emeklilik aylığı bağlayıp ölsün diye bekliyor. Nihayet ölünce onu Papa’ya teslim ediyor, artık ne isterse yapsın diye.”
Sayfa 102 - Can YayınlarıKitabı okudu
“... uzun bir suskunluğun ardından sordu, Almanlar sahiden öylesine kana ve yıkıma susamışlar mı, diye. “Korku içindeler,” diye yanıtladım, “her şeyden, herkesten korkuyorlar, korkudan ötürü öldürüyor, her şeyi yerle bir ediyorlar. Korkuları ölümden değil: hiçbir Alman, erkek olsun kadın olsun, ihtiyar ya da çocuk olsun ölümden korkmaz. Acı çekmekten de korkuyor değiller. Hatta bir bakıma acıyı sevdikleri söylenebilir. Ama canlı olan her şeyden korkuyorlar, kendileri dışında hayatta olan her şeyden korkuyorlar, sonra kendilerinden farklı olan her şeyden korkuyorlar. Esrarlı bir illete tutulmuşlar. En çok da zayıf varlıklardan ürküyorlar, güçsüzlerden, hastalardan, kadınlardan, çocuklardan. İhtiyarlardan korkuyorlar. Korkuları bende hep derin bir acıma uyandırmıştır. Eğer Avrupa onlara acıyacak olsa, Almanlar belki de o korkunç illetlerinden kurtulur.”
“ Bütün öbür yollardan daha geniş, daha güzel, gündüz güneşli, geceleri ışıklarla aydınlanmış pırıl pırıl bir yol dururken, insanlar sağır karanlıklara akmayı yeğlediler. Ve kaç kez gökten inen anlamı yitirdiler, uzaklaştılar ondan, yalpaladılar ve güpegündüz kendilerini yeniden yolun izin belli olmadığı sarp yerlere attılar, gözleri kör eden dumanlar içinde bıraktılar birbirlerini, bataklık ışıklarının ardına düşüp de kendilerini uçurum kıyılarında bulduklarında dehşet içinde sordular birbirlerine: ‘Nasıl çıkacağız? Yol nerede?’ “
Sayfa 255 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
“Hayat nedir? Acılar vadisi. Dünya nedir? Hissiz insan kalabalığı.”
Sayfa 193 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
“Tatlı gençlik yıllarından, ileri yaşların sert, katı yıllarına giderken tüm insancıl eğilimlerinizi, duygularınızı yanınıza almayı unutmayın, yolda bırakmayın onları, sonra yerlerinden kaldıramazsınız. Hemen ileride sizi beklemekte olan yaşlılık korkunçtur, hiçbir şeyi geri vermez! Mezar bile ondan daha merhametli, daha lütufkârdır, ‘Burada bir insan gömülüdür!’ diye yazar çünkü mezarın üzerinde; ama yaşlılığın insanlıktan çıkmış soğuk, duygusuz çizgilerinde okunacak hiçbir şey yoktur.”
Sayfa 152 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
61 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.