Ruhumun derinliklerinde bitmek bilmeyen bir iç savaş varken, bu savaşın temelini eşitlik ve denge arayışım oluşturuyor. İç sesime bile ulaşamadığım, her an, her saniye içimde eleştiren, yargılayan bir sesin yankılandığı bu ortamda ben hangi eşitlikten bahsedebilirim? İç sesim bir ayna görevi görüyor, sürekli çıplaklığımı yüzüme yansıtıyor. "Yanılıyorsun, tutarsızsın" diye fısıldıyor lakin sonra sesi tekrar yükseliyor ve "Suçlu değilim, haklıyım" diye bağırıyor. Bu iç çatışma hali ruhumun en karanlık köşelerinde saklanan bir ejderhaya dönüşüyor.
Benim için vefa, aşılmaz bir kaleden çok daha fazlasıdır ve kendime karşı dürüst olmak aynı zamanda kendimle barışık olmak anlamına da geldiğinden, bu huzur kalbimi bir liman gibi huzura kavuşturacaktır. Bu limandan başlayan anlayışım ve bağlılığım aynı zamanda benimle diğer insanlar arasında da bir köprü olacaktır. Ne yazık ki ruhuma musallat olan kötü duygular bu köprüleri zehirliyor. Hırs, kıskançlık, kibir, nefret gibi duygularımın zehirli okları kalbimi istila ediyor. Bu manevi zehirler benim iç huzurumu bozuyor, dostluk bağlarını koparıyor, sevgiye gölge düşürüyor.
İnsan haklarını savunmak, adalet için mücadele etmek ve toplumsal eşitliği desteklemek, özgürlüğün gerçek anlamını yaşamak için atmam gereken adımlardır ve kendi özgürlüğümü savunurken aynı zamanda başkalarının özgürlüğünü de koruyup geliştirmem gerekiyor ve bu ancak farkındalıkla gerçek ve sürdürülebilir bir özgürlük alanına sahip olabilirim.