“Tutku gibi ateşin altın rengiyle ışıldayan laleler, hafif egzotik rüyalar benzeyen uzun, beyaz taç yapraklı kasımpatılar, özlemin zarif imgesi ince uzun orkideler ve aralarda insanı kendine esir eden birkaç mağdur gül.”
~ormanın üzerindeki yıldız
"Çiçeklere öyle anlamlar yüklemişiz ki.. Çiçekler neler anlatır bizlere neler... Kırmızı gül aşkı, beyaz karanfil temizliği,saflığı; orkide gururu, menekşe alçak gönüllülüğü... Devamında da mor krizantem burukluğu, beyaz gül masumluğu, lale tekliği... Sadece bu mu çiçeklerin anlattıkları? Renklerinde bile manalar yüklü: siyah üzüntüyü, kırmızı aşkı, pembe şefkati, mavi yumuşaklığı, yeşil ümidi..."
İnce ruhlu biriydi severdi, ben hariç bütün çiçekleri.
Hanımeli, karanfili, begonvili daha niceleri güzel kokulu çiçekleri.
Ben, adında açmayan çiçek kokumda yok ki koklayacak.
Ne yakın ne de uzak korkuyorum anlayacak
o çiçekleri benim ektiğimi yine mi.
"...Ben, ruhların ışıktan oluştuğunu hayal etmeyi seviyorum. Bazıları gül rengi beneklerle ve titreşimlerle dolu. Bazıları denize vuran ay ışığı gibi ışıldıyor. Bazıları da şafak vaktindeki sis gibi soluk ve saydam."
"Bir zamanlar ruhların çiçeklere benzediğini okumuştum bir yerde," dedi Priscilla.
"Öyleyse senin ruhun altın bir nergis. Diana'nınki ise ise kıpkırmızı bir gül. Jane'inki bir elma çiçeği, pembe, erdemli ve tatlı."
"Seninki de tam ortasında mor çizgileri olan beyaz bir menekşe," diye bitirdi Priscilla.