m

Mimarlık Felsefe

1 üye
"Anlamıyor musunuz?" dedi Roark ona. "Sizin dikmek istediğiniz anıt, kendiniz için değil. Kendi hayatınızın ve kendi başarılarınızın anıtı değil. Başkalarına dikiyorsunuz onu. O insanların sizden üstün oluşuna dikiyorsunuz. O üstünlüğe meydan okumak yerine, onu ölümsüzleştiriyorsunuz. Üstünüzden silkip atmıyorsunuz da, ebedi olarak boy göstersin istiyorsunuz. Kendinizi ömrünüzün sonuna kadar o ödünç alınmış form içine gömünce mutlu olabilecek misiniz? Yoksa bir kerecik kendinizi kurtarıp, yeni evinizi, kendi evinizi yaparsanız mı mutlu olursunuz? Sizin istediğiniz Randolph Malikânesi değil. Onun temsil ettiği şeyi istiyorsunuz siz. Oysa onun temsil ettiği şey, sizin ömrünüz boyunca mücadele ettiğiniz şeyin aynısı."
Senin evinin saptayıcı amacı, evin kendisi. Ötekilerin ki ise seyirciler.
"Benim için yaptığın bu evi bu kadar çok sevmeme sebep olan şey ne, Howard?" Roark da ona, "Bir evin de bir insan gibi bütünlüğü, dürüstlüğü olabiliyor," diyordu. "Ama o da insandaki kadar seyrek oluyor." "Ne bakıma?" "Eh, bir bak şuna. Her parçasının orada varoluş nedeni, ev ona ihtiyaç duyuyor
Reklam
Yanlış rengin bir dokunuşu bütün odayı değiştirirdi. Böyle şeyler bir yere kibarlık katar.
bu tartışmalar için üniversiteye ışınlansam keşke
İşte bu yüzden, mesleğimizin yapısından gelen önemi, bizim yoklukla meşgul olmamız gibi felsefi bir gerçeğe dayanıyor. Bizler, fiziksel varlıkların içinde hareket edebileceği boşluklar yaratıyoruz. İnsan olarak, bu boşlukları rahatlığa adıyoruz. Boşluk demekle, genelde oda olarak bilinen şeylerden söz ediyorum. Böyle olunca, bizi duvarlar ören
Kentin sokaklarından her zaman nefret etmişti. Yanı başından akıp geçen suratlara bakıyordu. Korku duygusu bu suratların hepsini birbirine benzetmekteydi. Ortak payda olarak korku. Kendilerinden, başkalarından, birbirlerinden korkmak. Karşılaştıkları herhangi birinin kutsal saydığı ne varsa, hemen onun üzerine atılmaya hazır duruma gelmelerine yol açan korku. O korkunun türünü ve nedenini tanımlayamıyordu. Ama varlığını her zaman hissetmişti. Kendini temiz ve özgür tutabilmek için bir tek tutku edinmişti ... Hiçbir şeye el sürmemek. Onlarla sokaklarda karşılaşmak, nefretlerinin bir kötülük etmeye yetmeyişini seyretmek hoşuna gitmişti her zaman. Nedeni de, kendisinin onlara incinebilecek bir zaaf sunmamış olmasıydı. Ama artık özgür değildi. Sokaklarda attığı her adım incitiyordu onu artık. O kişiye bağlıydı, o kişi de kentin her tarafına bağlıydı, isimsiz bir işte çalışan isimsiz bir işçiydi. Bu kalabalıkların arasında kaybolmuş, onların hepsine bağımlı, hepsi tarafından incitilebilecek durumda, bütün kentin paylaştığı biriydi. Onun herkes tarafından kullanılan kaldırımlarda yürümesi fikrinden nefret ediyordu. Bir satıcının tezgâh üstünden ona bir paket sigara uzatışı fikrinden nefret ediyordu. Metroda ona dokunan dirseklerden nefret ediyordu. Bu yürüyüşlerden sonra evine döndüğünde tir tir titrer durumdaydı. Ertesi gün yine çıkıyordu sokağa.
"Ha, Keating, evimin çirkin olmasını istiyorum. Olağanüstü çirkin. New York'un en çirkin evi benimki olsun istiyorum." "En ... çirkin mi, Bayan Cook?" "Tatlım, güzellik öyle harcıâlem ki!" "Evet, ama ... ama ben... şey, kendime böyle bir şey yapmak için nasıl izin vereceğimi düşü ..." "Keating, cesaretin nerede senin? Arasıra yüce bir jest yapamaz mısın? Hepsi güzelliği elde etmek için habire çalışıyor, mücadele ediyor, acı çekiyor, birbirini güzellik açısından alt etmeye uğraşıyor. Biz hepsini bir çırpıda geçelim! Tanrı oluverelim. Çirkin olalım."
Reklam
93 öğeden 81 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.