Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
Her mezhep kendisinin "kurtuluşa eren fırka" olduğunu iddia edip, İslam'ı tekeline alırken, kendisi gibi olmayanları İslam dışı ilan etmekte, onlara yaşama hakkı tanımamaktadır. Bunun en açık örneğini IŞID meselesinde görebiliriz. Suriye'deki, Irak'taki, Yemen'deki çatışmalarda da mezhep farklılıkları hem motivasyon, hem de meşruiyet aracı olarak kullanılmaktadır. Orta Doğu'da, hatta Müslümanlanın yaşamış oldukları her yerde ya fiilen mezhep çatışması vardır (Pakistan) veya iktidar kavgaları mezhepler üzerinden yürütülmektedir. Bu sebepten diyoruz ki; Orta Doğu'da olup bitenleri anlayabilmenin anahtarlarından birisi, belki de en mühimi Şiiliktir. Haritaya baktığımızda İran'da %85, Irak'ta %60, Suriye'de %12, Suudi Arabistan'da %15, Körfez ülkelerinde %30-70 oranında Şii nüfusun olduğunu bilmek, İran'ın Şiilerin olduğu her yerle ilgilenmeyi sorumluluk saydığını görmek, nüfuz ve iktidar çekişmesinin en iyi kullanabileceğini enstürmanın mezhep meselesi olduğunu anlamak için yeterlidir.
Sayfa 126 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Orta Doğu'yu, hatta Müslümanların yaşamış olduğu her yeri cehenneme çeviren şiddet ve terörün meşrulaştırılmasını kolaylaştıran sebeplerden birisi, kökleri tarihin derinliklerinde yatan mezhepçilik, yani insanların sadece kendi mezheplerini "hak mezhep" olarak görerek, diğer mezhepleri kolaylıkla İslam dışı ilan edebilmeleridir. Mezhepler Bir Vakıadır; Sorun Mezheplerden Değil Mezheplerin Dinleştirilmesinden Kaynaklanmaktadır.
Sayfa 124 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Reklam
Müslümanların yaşamış olduğu her yerde kan vardır, gözyaşı vardır; en kötüsü çocuklar, masum insanlar hayatını kaybetmekte. dir. Bu sebepten ilk yapılabilecek yapılması gereken iş, ne pahasına olursa olsun akan kanı durdurmaktır. İslam öncesi Arap toplumlarında, Kur'an'ın da tasvip ettiği bir "Haram Aylar" uygulaması mevcut idi. Bu zaman diliminde savaş yapılmazdı. Bu örnek bugün daha fazla anlam ve önem taşımaktadır. Müslümanların, yeniden savaşın arızi bir durum olduğunu, esas olanın barış olduğunu hatırlaması, bir tek insanın haksız yere öldürülmesinin bütün insanlığın öldürülmesine eşdeğerde sayıldığının yeniden farkına varması bir tür zorunluluktur. Savaşın, şiddetin bir yaşam biçimi olmadığının bir şekilde bilinç düzeyine taşınması gerekmektedir.
Sayfa 124 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Hz. Peygamber'in vefatından çok sonraları ortaya çıkan mezhepler dinle öz- deş görülmekte; "Dört Hak Mezhep", "Kurtuluşa Eren Fırka" gibi İslam'ı mezheplere indirgeyen yaklaşımlar ne içerik, ne de tarihsel açıdan sorgulanmaktadır. Her mezhebin doğrularının yanında yanlışlarının da olabileceği, imanın ve sorumluluğun bireysel olduğu maalesef unutulmaktadır. Hem farklı mezhepler ötekileştirilmekte, hem de savunulan mezhep üzerinden şiddet üretilmekte, "tekfir" öne çıkmaktadır.
Sayfa 123 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
İslam'ın aklı, yaratıcılığı, özgürlüğü ve adaleti esas alan boyutu, yaygın tepkisel din anlayışında kendisine yer bulamamaktadır. Akıl karşıtlığı din kullanılarak meşrulaştırılmaya çalışılmakta; akılla birlikte her türlü eleştirel yaklaşım da itibarsızlaştırılmaktadır.
Sayfa 122 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in harbin askeri yöntemlerle çözüme kavuşturulmasına daha fazla ağırlık vermesine karşın Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Xi Jinping'in Suriye'de askeri çözümden daha çok ülkesinin diplomatik çözüme destek vereceğine işaret etmesi Moskova ve Pekin arasında mevcut durumda bir menfaat mücadelesi olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü Pekin'in Orta Doğu'da askeri menfaatlerden daha çok iktisadi menfaatlerinin bulunduğu ve bundan ötürü harp ertesinde Suriye'nin yeniden imarı hususunda daha çok girişimde bulunmak niyetinde olduğu yönünde beklentileri söz konusudur. Gerçekleştirilen araştırmalara bakıldığında harp ertesinde Suriye'nin tekrardan imarı için ihtiyaç duyulan tahmini bütçenin takriben 1 trilyon dolardır. Suriye'nin tekrardan imarı Pekin'in politik ve iktisadi hedefleri bakımından çok önemli olarak kıymetlendirilmektedir.
Sayfa 69 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Reklam
Suriye'nin Lazkiye'den sonraki 2. büyük limanı olan Tartus Limanı, Şam'ın kuzeybatısında 220 km uzaklıkta stratejik bir bölgede 1971'den beri Sovyet/Rus deniz üssüne ev sahipliği yapmaktadır. Sovyetler Birliği döneminde limandan daha çok Sovyet donanmasına maddi-teknik ikmal/donanım ve gemi onarımı ba kımından faydalanılmış ve üsse olan yatırım kısıtlı olsa da 2008'deki Rusya-Gürcistan Savaşı ertesinde üsteki Rus donanmasının durumu iyileştirilmiş ve Akdeniz'deki tek Rus askeri deniz üssü olarak önemini artırmıştır.
Sayfa 64 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Rusya'nın Suriye'ye ihraç ettiği S-300 füzeleri ile MIG 31 askeri uçakları Tel-Aviv ve Washington'un ciddi şekilde rahatsızlık duymasına yol açmaktadır. Fakat Moskova, beynelmilel yasaların Şam'a silah satmasına olanak sağladığını ve bu satışların süreceğini ifade etmiştir. Şam'a satışı yapılan füzeler, 200 kilogram savaşa başlığı taşıma kapasitesine sahip olup 300 kilometre menzile sahip bulunmaktadır ve ülkenin tüm kıyılarını koruyabilecek özelliktedir. Karadan, havadan, denizden ve denizaltılardan ateşlenebilme kabiliyetine haizdir.
Sayfa 64 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Rusya-Suriye ilişkilerinin tarihsel bir derinliği bulunmaktadır. Bu münasebetler iki tarafın karşılıklı çıkarları bakımından süreklilik göstermektedir. Kremlin'in Putin yönetiminde gücünü tekrar kazanmasının ertesinde Orta Doğu'da ilk adım attığı yer Şam olmuştur. Bu bağlamda Moskova'nın Şam söz konusu olduğu zaman sert bir tutum takınması ve Batı'ya silah göstermesi doğal bir durumdur. Çünkü Suriye, SB döneminden itibaren Moskova'nın bölgedeki en kayda değer müttefiki olmuştur. İki başkent arasındaki münasebetler, Suriye'nin bir önceki devlet başkanı olan ve mevcut devlet başkanı Beşar Esad'ın babası Hafız Esad zamanında en üst seviyede olmuştur. Şam'ın Rus silah endüstrisi bakımından kayda değer bir pazar olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Moskova, Şam'ın askeri silahla- rım halen temin eden tek devlet olma özelliğini uzun yıllardır boyunca devam ettirmiştir. Gerçekten de, beynelmilel kamuoyunun tüm endişelerine karşın Moskova, Şam'ın biricik silah sağlayıcısı olmayı sürdürmektedir. Öte yandan Şam'ın ABD ve Avrupalı ülkeler tarafından artan bir biçimde izole edilmesi durumu Moskova'ya daha geniş bir hareket sahası sağlamıştır.
Sayfa 63 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Birinci dünya harbi ile birlikte ortaya çıkan uluslararası düzen, ulusların barış temelinde ilişkilerinin yapılandırılmasını amaçlayan kurucu bir idealizm merkezinde yapılanmıştır. 10 Ocak 1920'de İsviçre'de kurulan Milletler Cemiyeti devletler arasındaki sorunların barış temelinde çözülebilmesinia kurumsal imkanı olarak düşünülmüştür. Davet üzerine Türkiye'nin 18 Temmuz 1932'de resmen üye olduğu bu Cemiyet, idealize edilen etkinliği ve dinamizmi gösterememiştir. ABD ve Rusya'nın üye olmadığı Cemiyet, daha çok İngiltere ve Fransa'nın uluslararası çıkarlarının kurumsal hamisi olarak görev icra etme misyonunu üstlenmiştir. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisinin genel başka m Adolf Hitler'in 30 Ocak 1933 tarihinde iktidara gelmesi sonrasında Almanya, Versailles Antlaşmasını tanımayarak ülkenin Cemiyetten ayrılışı ilan etmiştir. Daha sonra 1 Eylül 1939'da Almanya'nın Polonya'yı işgali üzerine Fransa ve İngiltere Almanya'ya karşı savaş açmıştır. Böylelikle, devletler arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları barış temelinde çözülmesini öngören dünya siyasal sisteminin kurumsal yapısı kısa sürede çökmüştür.
Sayfa 32 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Reklam
Bölgedeki mevcudiyetlerini bölge içi aktörler arasındaki hiziplere borçlu olan dış güçler ise etnik, mezhep ve siyasi temelli çatışmaları derinleştirmekte ve böylece bölgeyi kendi çıkarlarına göre şekillendirmektedirler. Hal böyleyken, bölge aktörleri bir araya gelebilecekleri platformları dahi oluşturmakta güçlük yaşarken, dış güçler bölgesel aktörler arasında arabulucu olarak bölgenin temel aktörleri konumuna gelmektedirler.
Sayfa 15 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Diğer taraftan bölgede başka bir gerilim alanı olarak Doğu Akdeniz, hidrokarbon kaynaklar minvalinde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge anlaşmazlığı içerisindedir. Bölgedeki potansiyel enerji kaynaklarının paylaşımı hususunda ortaya çıkan bu sorun, Kıbrıs adası etrafında üç bölge olarak düşünülebilmektedir. Birinci bölgede Türkiye, KKTC ve Suriye; ikinci bölgede Türkiye ve KKTC; üçüncü bölgede ise Türkiye, Yunanistan, Mısır, KKTC ve GKRY kıyıları bulunmaktadır. Bunlar dışında, başta AB ülkeleri olmak üzere enerji talebi yüksek olan ve yeterli kaynaklara sahip olmayan ülkeler tedarikçi çeşitliliği sağlamak ve dolayısıyla enerji arz güvenliklerini artırmak adına bu rezervleri gündemlerine almaya başlamışlardır. Sonuç olarak Doğu Akdeniz'de münhasır ekonomik bölge anlaşmazlığı enerji güvenliği minvalinde kıyıdaş ülkeler ve bunlarla çalışan ya da çatışan büyük güçler arasında önemli bir kriz alanı haline gelmiş durumdadır.
Sayfa 14 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Bölgenin kendine has bir diğer dinamiği ise hâlihazırda bölgenin bir gerçeği durumuna dönüşmüş olan mezhep savaşları olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim bölgede hüküm süren istikrarsızlık ve çatışma ortamında mezhep temelli bir motivasyonla insanların öldürülmesi meşrulaştırılmakta ve hatta teşvik edilmektedir. Bu durum özellikle ABD'nin Irak'ı 2003 yılında işgal etmesi ile birlikte yeni bir aşamaya girmiştir. İşgal sürecinde Irak'ın tüm idari mekanizması çökmüş ve hem etnik temelli (Arap-Kürt-Türkmen) hem mezhep temelli (Sünni-Şii) ayrışmalar üzerinden ülke ve bölge yeniden şekillendirilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak Irak, mezhep temelli radikalleşmenin bir laboratuvarına dönüşmüş durumdadır.
Sayfa 13 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Orta Doğu devletleri gerçeklik düzeyinde esasen güçsüz devletlerdir. Orta Doğu'daki devletler bu zayıflıklarını toplumsal meşruiyet zeminlerini genişleterek gidermek yerine, Suriye örneğinde görüldüğü gibi, maddi ve manevi olanaklarını mobilize edip baskı rejimlerini kuvvetlendirerek ayakta kalmayı tercih etmektedirler. Ayrıca kendi iç meşruiyetleri zayıf olan bu devletler, meşruiyetlerini bölgesel ve küresel düzeyde kurdukları ittifaklar yoluyla sağlama stratejisi uygulamayı tercih etmişlerdir ki; bu da bölgeyi çıkar çatışması temelli küresel bölgesel nüfuz mücadelelerinin en önemli alanlarından birisi haline dönüştürmüştür.
Sayfa 13 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
Orta Doğu'da hüküm süren çatışma ve kargaşanın temelinde, reel politik ekseninde şekillenen çıkar çatışması ve bu çatışmayı yer yer besleyen ve kimi zaman da bu çatışmadan beslenen farklı etnik ve mezhebi kimliklerin istismarı üzerinden derinleşen ayrışmalar yer almaktadır. Buradan hareketle, 2000'li yılların başlarında Irak'ta başlayan kamplaşma, Arap Ayaklanmaları sürecinde bölgeye de si- rayet etmiş; Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de farklı mezhebi gruplar arasında çatışmalar gittikçe derinleşmiş ve Orta Doğu bölgesel ve küresel güçlerin gerek doğrudan gerek vekâlet savaşları yoluyla mücadelesinin sahnesi haline gelmiştir. Sonuçta kurulu siyasal yapılar dağılmış, çatışma ve kargaşa bölgeye hakim olmuştur.
Sayfa 12 - POLİS AKADEMİSİ YAYINLARIKitabı okuyor
100 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.