Tanırsın bir adamı, bakarsın, için için huzursuz eden bir şey vardır onu, ne olduğunu belki öğrenmezsin bir türlü ama her davranışının temeli odur. ‘Sakin ol, sakin ol, heyecanlanma,’ dersin ona. Ya da sorarsın, “Başın belaya gireceğini bile bile, aynı delilikleri ne diye durmadan yapıyorsun?” diye. Ama bilirsin, tartışmak yersizdir onunla çünkü ona bunu yaptıran o içindeki şeydir. ‘Sıçra,’ dese o şey, sıçrar. ‘Çal,’ dese çalar. ‘Ağla,’ dese ağlar. Genç ölmez ya da her şey istediği gibi olur ve büyük bir terslik olmazsa, kurmalı bir oyuncak gibi bitiverir o içindeki şey zamanla. Hapiste, çamaşırhanede yanyana çalışıyorsun bu adamla. 20 yıldır tanıyorsun. Çalışırken, birden bire heriften bir tık sesi geldiğini duyuyorsun. Dönüp bakıyorsun. Çalışmayı kesmiş. Sakinleşmiş tamamen. İyice aptal görünüyor. İyice tatlı görünüyor. Gözlerine bakıyorsun herifin, içindeki o gizler yok olmuş. O anda sana adını bile söyleyemez. İşine döner yine; ama asla eskisi gibi olmayacaktır artık. Onu rahatsız eden o şey tıklamayacaktır artık. Tıklama ölmüştür, öl-müş. Ve o adamın hayatının belli delilikler yapmasını gerektiren bölümü bitmiştir.
Menteş, her zamanki gibi beyninin kıvrım aralarından bir şeyler çıkartıp önümüze sunmuş. Bize sunabildiği fikirler böyleyse sunamadıklarını düşünmek bile heyecanlandırıyor beni. Sadece Derde Deva Randevu serisi değil, Menteşin herhangi bir kitabı, şaşırma duygusunu yetersiz kılıyor. Zaman yolculuğu mümkünmüş meğer.
Kısaca... Menteş DDR serisinin
İntikam alma fikri herkesi büyülüyor. Göze göz, dişe diş. "Bombala gitsin!" falan. Halbuki İsa çarmıha gerilirken "Affet onları Baba" demişti. Adama bak! "Al canlarını!" diyebilirdi.
Parkta bir bankta, güneşin altında yalnız başına oturmuş, zihnimde kendi kendini yazmaya başlamış dördüncü oyunu düşünüyordum. Kendine bir isim bile koymuştu : ‘Das Reich der Zwei.’