İçlenme, tabî'attaki yekpâre kederden,
Yas tutma, dağılmış diye kuşlarla çiçekler:
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler!
Bir baharsın ki, nefis ıtrını bin rengiyle
Veremez bir yere toplansa bütün Hint ile Çin.
Derde düşmem bu bahar bir gül açılmazsa bile,
Rengin, ıtrın yetişir bahçemi doldurmak için...
Ben ne yaza hasretim, ne bahara düşkünüm,
Bunları sevdiren şey hep seni andırması.
Biri aylı gecemdir, biri güneşli günüm
Gözlerinin zümrüdü, saçlarının sırması.
Evler yıkılır, köyler olur hâk ile yeksan;
Virân yeri, birkaç yıla varmaz, onarırlar.
Yalnız şu gönül mülkü harâb olmaya görsün;
Ta'mîre yetişmez onu dünyâda asırlar.
O bir güldür, yetişmiş kalbin altın tasında,
Ve bir bülbül ki yalnız şi're vermiş sesini,
Ne sular genç yüzünü nakşetmiş aynasında,
Ne güneş yere sermiş boyunun gölgesini!
Her çocuk emin olmalı annesinin sevgisinden. Bir tek bu bilgi bile yeter insana ömür boyu ayakta durabilmek için. Bunu bilmeden, hiçbir zaman gerçek bir hayat yaşayamıyor insan, gerçek bir insan olamıyor. Bir ucubelikten başka bir ucubeliğe savruluyor sürekli. Kendini duvardan duvara vurmak gibi. O duvar az mı acıttı, o zaman buna vur ve bedenin paramparça olursa belki, belki o zaman biraz dinebilir içindeki şiddet. Dinebilir mi? Efsun'a ihtiyacım var. Onu bulmaya. Yeniden bir dengede durmaya. Hangi gerçek acıtabilir beni daha fazla?