"Evrenin nerede olduğunu bilmeyen, kendisinin de nerede olduğunu bilmez. Evrenin hangi amaçla var olduğunu bilmeyen, dünyanın ne olduğunu bilmediği gibi kendisinin kim olduğunu da bilmez. Bu sorunların yalnızca birini bile geçiştiren kişi, kendisinin ne amaçla doğduğunu da bilmez. Seni kuşatan havayı solumakla yetinme, bundan böyle her şeyi kuşatan zihni de paylaş. Çünkü zihin gücü her yana yayılır; tıpkı havayı solur gibi, onu solumak isteyen kişinin içine işlemeye hazırdır"
Romalı Marcus Aureilus
Seni bilmiyorum; sesini, vechini ve dahi hüvviyetini. Bir amansız dağın arkasında bir şeyler fısıldarsın. Hem âh ile çağırırsın hem de âh ile ondan kaçarsın. Ben miyim? Doğrusu bilmek isterim bu bahtlı ahûyu kimdir. Ne bahtlı ama! Bu, tılsımlı bir değnek olan kalbinde yer edinmiş. Nasibdar imiş...
Kaç müdettir içindeyim hayâl û melâlin
Dönüyorum içinde, beyhûde dönen bu süratli çarkın
Beldeki bâr ağırlaştı, gözlerdeki yol uzadı da uzadı
Bana hakikatli kelimeler lazım, bana dişe değer adımlar lazım...
Sâni'i Zülcelal sana ey hasta! Göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassa' olarak giydirdiği cisim gömleğini, esma-i hüsnasının nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir. Sen açlıkla onun Rezzak ismini tanıdığın gibi, Şâfî ismini de hastalığınla bil. Elemler, musibetler bir kısmı esmasının ahkâmını gösterdikleri için, onlarda hikmetten lem'alar ve rahmetten Şualar ve o şuaat içinde çok güzellikler bulunuyor. Eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında, sevimli güzel manaları bulursun.
-Dördüncü Deva-