Unuttuğumuz aslında kendimizdir, kendimizi unuturuz bu acımasız hayatın vaveylası içinde. Dış dünyadaki gâileleri bahane ederek aslında hep kendimizden kaçarız ve ceza olarak da sonunda kendimizi kaybederiz.
Bizler bir zamanlar muhtevaya önem atfeden bir millet idik. Nicelik bakımından zararımıza olsa da, kâr etmesek de niteliği nazar-ı itibara alırdık. Galibiyet ve mağlubiyet mefhumlarını sayılabilir ve ölçülebilir sonuçlar olarak görmezdik ve Varlık’ı incitmekten çekinirdik. Terazilerimizi tartarken biraz çok vermekten kaçınmaz,
belki nicelik bakımından zarar ettiğimizi bilir ama erdemli davrandığımız için, kemmiyeti değil, keyfiyeti önemsediğimiz için bu zarara üzülmez, bilakis sevinirdik. Ekseriya bizim için galibiyetin mağlubiyet anlamı kazanıvermesi de bu yüzdendi. Yenilirken yendiğimizi bilirdik.
Kişi kendi tecrübelerinden bile ders al(a)mazken, başkalarının tecrübelerinden nasıl ders alsın!? İdeolojiler tarafından geçmişin gençlere yönelik olarak ve sadece motivasyon(manipülasyon) amaçlı kullanılması bir tesadüften mi ibaret? Ne yazık ki hayır! Bu bir tesadüf değildir; çokluk istismardır.
yunus sen bu dünyaya niye geldin?
yunus emre
bil ve agâh ol ki cenâb-ı hakk bir kimseyi inâyetine lâyık görürse o kimsenin kalbine "biz bu dünyaya niçin geldik?" sorusuna bir cevap bulma arzusu koyar.
İnsanların kış uykusuna yatması fiziksel ve ekonomik bir zorunluluktu. Metabolizma hızını düşürmek, açlıktan kaynakların
tüketilmesini engellerdi. İnsanlar yazın bile zar zor yürür ve işleri ağırdan alırdı...
Ruhun mu ateş,
yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.
|Hüseyin Nihal Atsız