... zulme karşı zulüm, karanlığa karşı, karanlığı artırmaktır, oysa karanlığa karşı aydınlık olmak gerekir, çünkü aydınlık karanlığı boğar, yok eder. İyiliğin, kötülüğü yok ettiği gibi!
Sayfa 51 - Bilge Kültür Sanat YayınlarıKitabı okuyor
Her an imtihandayız. Nasıl ki emek vere vere bir gökçe saray kuruluyorsa, bir hoyrat bakışla da güürr diye yıkılıyormuş o koca saray. Bunu aynelyakin gördüm işte.
Hâldaş olup iki güzellik yudumlamadıktan sonra bu çorak dünyanın kahrı mı çekilir? Memduh Cumhur'ca söylersek "Hâl ehline dost olmaya gelmedik mi bu cihana?"
Lütfen bir sefer de Türk vatandaşları için "one minute" deyin. Rum, Ermeni, Yunan, öteki, beriki için susmayan sesiniz bir kere de Türk için çıksın.
#sinanatesheryerde
#SinanATESicinAdalet
İnsan merak ediyor...
"Ölürsek, öldürülürsek sevinecekler mi?" diye, insan gerçekten merak ediyor...
Korkmayacağımızı biliyorlar, geri adım atmayacağımızı da...
Öyleyse neden saldırtıyorlar insanları üzerimize?
Neden?
(...)
Büyük bir hayal kırıklığı var içimizde; büyük bir hayal kırıklığı: Nasıl bu kadar yanılabildik?
Bize duyulan nefreti vaktinde nasıl hissedemedik?
Nasıl, ağabey dedik onlara, nasıl kardeş dedik, arkadaş dedik...
Biz ki, onlar var olsun diye yok olmayı göze aldık çoğu kez...
Onlar ise, üç kuruşluk menfaatleri için, bizi yok etmeye çalışıyorlar...
"İdealizm" yerini menfaate bıraktığında ideolojinin görevi kılıf olmaktır. Bu noktadan sonra yapıya menfaatler hiyerarşisi hâkim olur.
Piramidin tepesindekilerin ganimeti bölüştüğü bir menfaatler hiyerarşisi...
Aşağıdakilere sadece umutlar ve hezeyanlar düşer...
İşte ideoloji tam da bu noktada devreye girer...
Elbette ideolojinin kendisi değil, gizemin içerisinde ustalıkla yerleştirilen sloganlardır; söz konusu olan...
İdeolojiden devşirilen sloganlar...
Gizem ana rahmi, sloganlar ise tohumdur...
Her ülkücü satışı tadacaktır...
Köle ruhlu değilse eğer, kişilik sahibiyse, gerçekten bir davası varsa, önünde sonunda kapının dışında bulacaktır kendini...
Hiçbir zaman belli makamların dışında görev verilmeyecektir ona... Hikâyesi varsa, "yaralı aslan" değilse eğer, savaş meydanları dışında bir yer bulamayacaktır kendine... Bir başarı öyküsü yazmasına fırsat verilmeyecek, yazmaya yeltendiğinde duvarlar örülecektir önüne...
Her ülkücü satışı tadacaktır...
Öyle ki, yaralı aslandan geçilmeyecek hareket... Yaralanmış, ülküdaşlarıyla küstürülmüş, hayalleri yıkılmış halde kalıverecektir bir köşede... "Biz söylemiştik..."le başlayan sözlerle muhatap olmaktan yorulacaktır... Eski yaptıkları gelecek aklına; kahrolacaktır...
Her ülkücü, aşağılanmanın acısını yüreğinin derinliklerinde hissedecektir. Sırtı hançerden (!) görünmez olan, bütün gücüyle vuracaktır hançerini sadıklara. Aradığı sadakat değil, itaat. Sadakat içinde ilke de barındırır bir nebze de olsa, itaat kölenin eylemidir.
Yeniden başlamanın garip bir büyüsü vardı doğrusu. Bunun iyi bir şey olduğu varsayımı sanırım en büyük gençlik yanılsamalarımdan biriydi. Sanıyordum ki, önceden ne olup bittiyse bunda benim çok fazla dahlim olmadı fakat artık aklım bir şeylere yetiyor ve bundan sonra olup biteceklerde yalnız benim iradem söz sahibi olacak. Ne saf bir kudret vehmetmişim kendimde, bunu yıllar sonra ancak anlayabildim.
Ahmet Turan Tiryaki
ve kalbimiz bize sahip çıkmadı
dağdır, kızılca kopup
ve döne döne düştü
döner dağdan sonbahar
hüzne geçit yok, ziganalar
ve kop'tan bu dönüşleri
bir semâ ile geçtik
Ruhuma çakılan yıldızdı yalnızlığım.
Oysa ben türkülerde kimseyi hayal etmezdim.
Bir sürgünün ukdesi gibi
bir memleket derdindeydim.
Her insan gibi suç işlemem gerekti,
aşkın cezası büyüktür, cefası daimdir, dedim.
Gözlerini mapusane belledim.