"Birçok insan yapacağı şeye karar verirken sadece diğer insanları düşünür. Oysa bu yanlıştır. Hayvanlar da acı çekebilir ve acıları dikkate alınmalıdır."
Önde gelen vejetaryenlerden birçoğu, örneğin Leonardo da Vinci, Lev Tolstoy ve George Bernard Shaw uzun ve son derece yaratıcı hayatlar sürdüler. Alışılmamış derecede uzun yaşayan insanların çoğu çok az et yiyen ya da hiç yemeyen kişilerdir.
Bir varlık acı çekiyorsa, bu acıyı göz ardı etmenin ya da bunun herhangi başka bir varlığın çektiği benzer bir acıya eşdeğer olduğunu reddetmenin hiçbir haklı ahlaksal gerekçesi olamaz.
Hayvancılığın hiçbir biçimi, hayvanların doğal koşullardaki gibi büyümesine ve farklı yaşlardaki hayvanlardan oluşan bir topluluğun parçası olmasına izin vermez.
Hiç şüphesiz bir gün çocuklarımızın çocukları, başka konularda uygar olan insanların 20. yüzyıl laboratuvarlarında yaptıklarını, bizim şimdi Roma’daki gladyatör dövüşleri ya da 18. yüzyıldaki köle ticareti konusunda hissettiğimiz dehşet ve inanamama duygularıyla okuyacak.
Araştırmacıların hayvanları kullanmalarını haklı kılacak kadar önemli olduğunu iddia ettikleri her deney için, onlara, beyinleri hasar görmüş ve zihinsel düzeyleri kullanmayı planladıkları hayvanlardan daha yüksek olmayan insanlar üzerinde de bu deneyi yapıp yapamayacaklarını sorabiliriz…
Araştırmacılar deneylerinin bir hayvana acı çektirmeyi haklı kılacak kadar önemli olduğunu iddia ediyorsa, aynı deney, hayvanlarla aynı zihinsel düzeydeki bir insana acı çektirmeyi haklı kılacak kadar önemli değil midir? Arada ne fark var? Sadece birinin bizim türümüzün üyesi olması, diğerinin olmaması mı?
Sadist olmayan insanlar nasıl oluyor da bütün mesailerini maymunları hayat boyu sürecek depresyonlara sokmaya, köpekleri ölünceye kadar ısıtmaya, kedileri uyuşturucu bağımlısı yapmaya ayırabiliyor? Nasıl oluyor da sonra beyaz önlüklerini çıkarıp ellerini yıkıyor ve evlerine gidip aileleriyle yemek yiyebiliyorlar? Nasıl oluyor da vergi mükellefleri paralarının bu deneyler için kullanılmasına izin veriyor? Nasıl oluyor da çok uzak ülkelerdeki adaletsizliğe, ayrımcılığa, çeşitli baskılara karşı protesto gösterileri düzenleyen öğrenciler kendi üniversitelerinde işlenen -ve hala işlenmekte olan- zalimce eylemleri göz ardı edebiliyor?
Bütün bunlar, türcülüğün sorgulanmadan kabul edilmesi sonucunda mümkün olabiliyor. Kendi türümüzün üyelerine uygulansa bizi isyan ettirecek bir acımasızlığı, başka bir türün üyelerine uygulandığında hoşgörü ile karşılıyoruz.
Acının ne kadar kötü olduğu, ne kadar şiddetli olduğuna ve ne kadar sürdüğüne bağlıdır ama aynı şiddetteki ve uzunluktaki acılar, ister insanlar ister hayvanlar tarafından yaşansın, eşit derecede kötüdür.
Hayvanların acı çekemeyeceğini iddia etmek için ne bilimsel ne de felsefi düzlemde hiçbir geçerli neden yoktur. Diğer insanların acı çektiğinden şüphe etmiyorsak, diğer hayvanların acı çektiğinden de şüphe edemeyiz.
Bebekler ve küçük çocuklar da dil yeteneğinden yoksundur. Bu durumda bir yaşındaki bir çocuğun da acı çekemeyeceğini mi iddia edeceğiz? Bunu iddia edemiyorsak dil temel önemde olamaz.
Bir varlık acı çekiyorsa, bu acıyı önemsememek için hiçbir ahlaksal gerekçe öne sürülemez.
Eşitlik ilkesi, acı çeken varlığın doğasından bağımsız olarak, bu acının herhangi başka bir varlığın çektiği benzer bir acıyla eşit tutulmasını şart koşar.