Uğultulu Tepeler, okumaya başlamadan önce bir aşk hikayesi olduğunu düşündürse de; nefretin, öfkenin, hırsların ve kötülüğün anlatıldığı bir kitap. İlk kısımlarda kimin kim olduğu ve aile bağları tam olarak anlaşılamasa da hizmetçi Nelly Dean'in hikayeyi anlatmaya başlamasıyla bu sorun ortadan kalkıyor.
Heathcliff'in kötülüğü ve çocuk yaşlı ayırt etmeden yaptıkları beni dehşete düşürdü. Linton ve Earnshaw ailelerinin Heathcliff karşısında yaşadıkları çaresizlik ve acziyet oldukça üzücüydü. Tüm bunları okurken kitap bitene kadar Heathcliff'in yaptıklarının bedelini ödeyeceğini ya da en azından ölürken pişmanlık duyacağını umut ettim. Ne yazık ki finalde umduğumu bulamadım. Kitapta puslu, yağmurlu ve kasvetli İngiltere kırsalı o kadar iyi betimlenmiş ki adeta Uğultulu Tepelerde yaşıyor gibi hissediyorsunuz.
Daha erken yaşlarda okumadığım için üzüldüğüm bir kitap oldu, klasiklere başlamak için uygun olduğunu düşünüyorum, Emily Brontë'nin daha uzun yaşamış olmasını ve edebiyata başkaca eserler kazandırmış olmasını dilerdim.