“seni gryffindor’a koydu “ dedi Dumbledore sakince. “beni dinle Harry. sende Slytherin’in kendi eliyle seçtiği öğrencilerinde aradığı özelliklerden birçoğu var. kendi nadide yeteneği olan çataldili… sorunlara çözüm bulma yeteneği… kararlılık… kurallara karşı belli bir kayıtsızlık, ama seçmen şapka seni gryffindor’a koydu. niye böyle olduğunu biliyorsun düşün bir.” “Beni Gryffindor a koymasının tek sebebi” dedi Harry yılgın bir sesle “çünkü Slytherin’e girmek istemedim.” “kesinlikle” dedi Dumbledore bir kez daha gözleri pırıl pırıl gülümseyerek. “bu da seni Tom Riddle’dan çok farklı hale getiriyor. bize aslında kim olduğumuzu gösteren şey yeteneklerlerimizden çok seçimlerimizdir”
ama zaman her şeyi düzeltir. zaman gürül gürül akan bir su gibidir. delice akan bu suyun önünde en ağır taşlar bile günün birinde nasıl sürüklenip giderse zaman da en unutulmayacak sandığımız acıları öyle alıp götürür.
şu anı yaşamak cesaret gerektirmiyor. asıl her günü on yıl boyunca ortalarda dolanacakmışsın gibi yaşamak cesaret istiyor. bir şeyleri anlamlandırabilmek. umduklarını bulabilmek. zor olan bu. bu daha çok düşünme, daha çok tefekkür gerektiriyor, daha çok güç istiyor.
denise, tanıdığım en üzgün insandı ama ağlama yetisine sahipmiş gibi görünmüyordu.sanırım bunun nedeni denise’in aslında üzgün değil, umutsuz olmasıydı. bir insan, yalnızca dünyadan bir şeyler bekleyip hayal kırıklığına uğrarsa ağlardı.
kıyafetlerin duyguları olmadığının farkındaydım ama babanın öldüğünü ve bir daha asla giyilmeyeceklerini anlamış gibi görünüyorlardı. onunla birlikte yok olmadıkları için, orada öylece durup bize onun yokluğunu hatırlattıkları için utanır gibiydiler.