Keşke ölüm düşüncesini tamamen kafamdan atabilsem, diye düşündü. Ancak bunun, yağmurun yağmasını engellemeye çalışmaktan farkı yoktu. Dikkatini ne zaman başka bir şeye verse, ölüm düşüncesi sinsice geri dönüyordu.
Çocukken seninle daha çok yemek zamanı birlikte olduğumdan, eğitimin büyük kısmı yemek masasında doğru davranışlar üzerineydi. Masaya konan yemek bitirebilmek zorundaydı, lezzetli olup olmadığı hakkında konuşulmamalıydı -sen ise yemeği sıklıkla yenmez bulur, 'hayvan yemi' olarak nitelerdin- "sığır karı" ziyan etmişti işte. Kuvvetli iştahın ve her şeyi çabuk, sıcak ve büyük lokmalar halinde yeme arzun sebebiyle, çocuk da acele etmek zorundaydı, tembihlerle bölünen kasvetli bir sessizlik olurdu masada: "önce ye, sonra konuş" ya da "çabuk, çabuk, çabuk" ya da "bak gördün mü, ben çoktan yiyip bitirdim." Kemikleri parçalamaya izin yoktu, sen yapabilirdin, sirkeyi höpürdetmeye izin yoktu, sen yapabilirdin. Asıl mesele ekmeğin düzgün kesilmesiydi, ama sen ekmeği her yerinden sos damlayan bıçağınla kesebilirdin. Yemek kırıntılarının yere dökülmemesine dikkat edilmeliydi, ama en fazla kırıntı senin altında olurdu. Yemek masasında yalnızca yemekle ilgilenilmeliydi, ama sen tırnaklarını temizleyip keser, kurşun kalemini açar, kürdanla kulaklarını temizlerdin. Lütfen beni yanlış anlama baba, bunların hepsi tamamen önemsiz ayrıntılardan ibaret olabilirdi, ama benim için baskı unsuru haline gelmeleri, senin bana koyduğun yasaklara bizzat kendin uğradığından dolayı gerçekleşti.
Memed'e olan olmuştu. Gözüne uyku girmiyordu. Düşüncelere kaptırmıştı kendini. Düşünceler kafasına akın ediyordu. Düşünüyordu artık. Dünya kafasında büyümüştü. Dünya'nın genişliğini düşünüyordu. Değirmenoluk köyü bir nokta gibi kalmıştı gözünde. O kocaman Abdi Ağa, karınca gibi kalmıştı gözünde. Belki de ilk olarak doğru dürüst düşünüyordu. Aşk ile şevk ile düşünüyordu. Kin duyuyordu artık. Kendi gözünde kendisi büyümüştü. Kendini de insan saymaya başladı. Yatakta bir taraftan bir tarafa dönerken söylendi. "Abdi Ağa da insan, biz de..."
“Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var… Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay. Herkes sürüye katıldığından ötürü güven içerisinde, kentlerin yollarından geçip işe, yemliklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş bir yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, doldurulacak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyorlar.”