Biz acı çekerken, acımızın çemberinin dışında mutluluğun var olduğuna inanırız. Acı çekmediğimiz zaman, mutluluk diye bir şey olmadığını biliriz, bu yüzden de katlanacak bir acımız yok diye daha büyük bir hüzün duyarız.
Elbette acı çekerek insan birçok şey öğrenebilir. Ne yazık ki acı çekmek öğrendiklerimizden yararlanacak gücü bırakmaz bizde; bir şeyi sadece bilmekse, hiçten de az bir şeydir.
Gülerken ölçüyü kaçırmak, ağlamak gibi bir zayıflık belirtisidir. İkisi de güçsüz bırakır insanı.
Genellikle, insanın duygularını körelten her şey bir zayıflık belirtisidir. En büyük zayıflık ise ölmektir.
Toksözlülük, iyilikseverlik değildir; bencilliğimizi açığa çıkaran ve başkalarını kıran bir özelliktir.
İyilikseverliğin ise insan kırmakla ilgisi yoktur.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki polisiye roman benim hiç tarzım değil. Kitap okurken tarzımın dışına çıkmaya bir adım olarak başladım bu kitaba. Bir polisiyeye geçiş serüvenimde güzel bir başlangıç oldu diyebilirim. Fakat çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Beğenmediğim nokta harika bir konunun çarpıcı bir şekilde işlenemeyişidir.
Genellikle her polisiye içerisinde belli bir gizem yer alır fakat burada bir cinayetin işlendiği, kimin işlediği aleni bir şekilde ortada ve kimse bir şey yapmıyor. Bu da bana şunu düşündürdü "katil sadece cinayeti işleyen midir?" cinayete engel olmamak da bir cinayet işlemek ile eş değer değil mi? Olumsuz toplumsal normların kaleme alınması bana keyif verdi. Fakat bir durgun ve sakinlik hakimdi kurgulamada bu da beni sürüklemesi gereken tema içerisinde sürüklenemeyişime neden oldu.
En etkilendiğim bölüm ise otopsi bölümüydü. Gerçekten ölmüş birinin yeniden öldürüldüğünü hissettim. An ve an olay anının kokusu burnuma gelmişcesine rahatsızlık duydum. Bu gerçeklik olgusu beni kitabın içine o sahneye yerleştirdi. Adeta cenazeyi izleyenlerden biriydim. Ölen kişinin çaresizliğini paylaştı ruhum.
Kırmızı PazartesiGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 202178,1bin okunma