Türkiye'nin politikası, uluslararası antlaşmalarla kazanılmış hakları sonuna kadar savunmak olmalıdır. Kıbrıs'ı savunmak, aynı zamanda Türkiye'yi savunmaktır. Türkler, Haçlı Avrupası yanında gerçekten insan haklarına inanmış bir Avrupa olduğuna hâlâ inanmaktadır.
Osmanlılar, Ada'yı alınca Ortodoks Kilisesi'ni ihya ettiler, topraklarını geri verdiler ve pareikos denilen toprak kölelerine özgürlüklerini bağışladılar. Kısacası, 1571'de Kıbrıs'ta bir Rum devleti yoktu ve Türkler kurtarıcı gibi karşılanmışlardı.
Tutucu kesim, mevcut kuralların değiştirilmesine küfür nazarı ile bakar; buna karşı radikal devrimci, millî vicdana yabancı olup olmadığını düşünmeden birtakım yeni kurallar getirmeye çalışır.
Geleneksel ailenin, cemaat hayatının, hattâ siyasî yapıların tahribi, çoğu zaman kargaşanın, sosyal çöküntünün, suçluluğun artması ve anarşiyle sonuçlanmaktadır.
Araplar, İslâm'ın altın çağının, geçmişe mal olmuş ölü bir devrin canlandırılmasından, Türkler ise İslâmiyet'in dinamizmini temsil ederek onu yenileştirmekten bahsetmektedirler. Araplar geriye, Türkler ileriye bakmaktadırlar. Barı âleminin üstünlüğü ve saldırısı karşısında diğer İslâm milletleri genel olarak pasif kalmışlar ve hatayı kendilerinde değil, karşı tarafta bulmaya çalışmışlardır. Türkler ise hatayı kendilerinde görmüş, yaşamak için yeni yollar aramış ve tepki göstermişlerdir.
Bugünkü İslâmiyet, Araplar, özellikle milliyetçi Araplar tarafından sadece bir din olarak değil, dili, gelenekleri ve tarihteki parlak medeniyeti ile daha ziyade bir millî Arap kültürü olarak benimsenmektedir. Fakat Türk milleti için İslâmiyet bugün yalnız ve yalnız bir dindir. Araplardan ayrı bir kültür geleneği olan Türk milleti içinde, hâlâ İslâm dini ile Araplığı ayıramayanlara, şalvar ve hurmayı dinin icabatından sayanlara rastlayabiliyoruz. Bunlar koyu Arap milliyetçiliğine hizmet ettiklerinin farkında değillerdir.
Batı kültürü ile "kültürleşmiş", yüksek eğitim görmüş bir genci alınız, hayatı Türkiye'de ailesi içinde geçmişse onda yine de onu Türk-Müslüman yapan birçok âdet, davranış, hatta inançlar bulursunuz.
Türk tarihinin yüzyıllar boyunca en büyük sorunu, Avrupa ile boy ölçüşme kompleksidir. Önce sorunu onu alt etmekle yanıtlamış; bunu başaramadığı zaman da onunla bütünleşmekte aramıştır. Atatürkçülük, yüz elli yıllık tarihî bir gelişimin son ve radikal ifadesi olarak yorumlanabilir.
Mustafa Kemâl'in düşlediği devlet, bir yandan sultan-halifenin şahsî egemenliğinden, öbür yandan Avrupa'nın emperyalist sömürüsü ve egemenliğinden kurtulmuş, Avrupa devletleriyle eşit, haysiyetli, modern bir devlet ideolojisiydi.