Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Rıza Uludoğan

Rıza Uludoğan
@rzauludogan
“Tıp, hasta toplumlarda favori bilimdir; ancak biz biyologlar, toplumlar hasta olmasın diye temel bilim yapıyoruz.
Mikrobiyoloji Uzmanı
Ege Üniversitesi
64 okur puanı
Ağustos 2019 tarihinde katıldı
Eski zamanlarda doğanın nasıl işlediğini anlayamayan insanlar, hayatlarındaki her alana hükmetmesi için tanrılar icat etmiştir. Aşk ve savaş tanrıları, güneş, yeryüzü, gökyüzü tanrıları, okyanus ve nehirlerin tanrıları, yağmur ve gök gürültüsü tanrıları hatta depremler ve volkanların dahi tanrıları vardı. Tanrılar memnun edilmişse insanlara iyi hava ve barış ihsan edilir, hastalık ve felaketlerden korunurlardı. Ancak memnun değillerse kuraklık, savaş ve salgın olurdu. Doğadaki neden-sonuç ilişkisi anlaşılamadığı için bu tanrılar çok gizemliydi ve insanlar onların merhametine kalmışlardı.
Reklam
Eski zamanlarda doğanın şiddetli hareketlerini kötü niyetli ya da yaramaz tanrılar panteonuna atfetmek olağandı. Genellikle felaketler, bir şekilde tanrıları kızdırmış olduğumuzun işareti olarak algılanıyordu.
Bizi ayıran tam da bu acı meselesi. Görülebilen ya da işitilebile acı seni bu kadar hasta ediyorsa, kendi acıların seni yönlendiriyorsa, günahla ilgili düşündüklerinin temelinde acı yatıyorsa, demek istediğim, bir hayvanın hissettiğini pek o kadar karışık olmayan bir biçimde düşünen bir hayvansan. Bu acı... Of! Bu çok küçük bir şey ama. Kafan bilimin öğrenebileceklerine gerçekten açıksa, bunun küçük bir şey olduğunu görürsün. Bu küçük gezegen dışında, bu kozmik toz zerresi dışında, daha en yakın yıldıza erişmeden, çoktan görünmez olabilir- demem o ki, belki de bu acı denen şey başka hiçbir yerde meydana gelmiyordur.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
... Görme sürecinde beynimiz optik sinirlerden bir dizi sinyal alır. Bu sinyaller televizyonda gördüklerimize benzer görüntülerden oluşmazlar. Optik sinirin retinaya bağlandığı yerde kör bir nokta vardır ve görmenin gerçekleştiği yer, retinanın merkezinde 1 derecelik bir görüş açısına ve kolunuzu uzatıp baktığınızda baş parmağınızın eni kadar bir genişliğe sahip, daracık bir alandır. Yani beyne gönderilen ham veriler, ortasında bir delik bulunan bulanık bir resme benzer. Neyse ki beynimiz her iki gözden gelen girdileri birleştirir, çevrenin görsel özelliklerini de ekleyerek oluşturduğu varsayımla boşlukları doldurur. Dahası retinadan gelen iki boyutlu veriler dizisini okur ve bundan üç boyutlu bir uzay izlenimi yaratır. Bir başka deyişle beyin zihinsel bir resim veya model yaratır.
"İnsan, düşünce barındıran bir bitkidir; tıpkı bir gül ağacının gül, elma ağacının da elma barındırdığı gibi."
Reklam
" Eğer ikiniz de kitap okuyanlar alemine aitseniz paylaşılmış bir cennete el ele girmek üzeresiniz demektir."
- Babam isyancıydı - Neye karşı ? - Aptallığa, zevksizliğe ve kireçlenmiş beyinlere karşı..
Peki ya gelmeyince ne oldu, onu mu merak ediyorsunuz? Sorunun cevabı içinde. Gelmemenin bir vakti yoktur. İnsan coşkuyla beklerken ne kadar zaman geçerse, o büyük günün yaklaştığına o kadar inanır.. Bir yıl mı geçmiş? Ne yapalım, dersiniz, hazırlanması en az bir yıl sürerdi zaten... İki yıl mı geçmiş? Gelmesinin eli kulağındadır...
Öfkeliydim, kendime karşı öfkeliydim. Bana hep böyle olur. Kelimelerin tadını unutacak kadar uzun süre susarım ve birden bent yıkılır, içimde ne varsa, tuttuğum ne varsa boşaltırım, bitmez tükenmez bir gevezelik başlar; daha çenemi kapatmadan pişman olmuşumdur bile.
Bilinciniz, koca bir transatlantik buhar gemisinde yolculuk yapan ama kıyıda köşede kalmış bir kaçak yolcudan farksızdır; yolculuktan nasiplenmiştir ama derinlerde işlemekte olan o heybetli mühendislik gözüne görünmez bile.
Reklam
Beynin büyük çoğunluğu erişilmez olan işleyişi içinde bir şeyler, bir kadındaki büyümüş göz bebeklerinin cinsel heyecan ve hazırlık durumuna işaret ettiğini biliyordu. Çalışmaya katılan ve iri göz bebekli kadın resimlerini daha çekici bulan erkekler ise beyinlerinin bildiği şeyi bilmiyordu- en azından açık biçimde. Bilmedikleri bir diğer şeyse, güzellik ve çekicilik algılarının aslında içlerinde derinlere bir yerlere kazınmış olduğu, milyonlarca yıllık doğal seçilimin incelikle ördüğü programlarla doğru tarafa yönlendirilebildiği olsa gerek.
Kendi eylemlerinizle sonuç duyumlar arasında geliştirdiğiniz bu öngörülebilirlik durumu, kendinizi gıdıklayamamanızın da nedenidir aynı zamanda. Başka insanlar sizi gıdıklayabilir, çünkü yapacakları manevralar sizin için öngörülebilir değildir. Şizofreni hastaları kendilerini gıdıklayabilirler. Bunun nedeni, motor hareketlerle sonuç duyumların doğru biçimde sıralamasını engelleyen bir zamanlama sorunu yaşamalarıdır.
Sırlarla ilgili olarak bilinen temel şeylerden biri, sır tutmanın beyne zarar verebildiği gerçeğidir. Psikolog James Pennebaker ve meslektaşları, tecavüz ve ensest kurbanlarının ister utanç ister suçluluk duygusuyla olsun, sırlarını kendilerine saklamayı tercih ettiklerinde olanları incelediler. Yıllar süren çalışmalardan sonra Pennebaker “olayı başkalarıyla tartışmanın ya da kimseyle paylaşamamanın, deneyimin kendisinden daha zarar verici olabileceği” sonucu varmıştı. Sırlarını itiraf eden ya da yazan kişilerin sağlığı iyiye gidiyor, doktor ziyaretleri azalıyor ve stres hormonu düzeyleri ölçülebilir bir düşüş gösteriyordu. Sırrı açığa vurmamanın ana nedeni, bunun olası uzun dönemli sonuçlarına ilişkin duyulan endişedir. Bir dostunuz sizin hakkınızda kötü düşünebilir, sevgiliniz kırılabilir, toplumdan dışlanabilirsiniz. İnsanların sırlarını daha çok yabancılara açması, yaşanacak sonuca dair duydukları endişenin kanıtıdır. Bir sırrı açık etmenin nedeni, genellikle yalnızca açık etmiş olmaktır; yoksa, tavsiye istemek değil. Dinleyici, olur da sırla birlikte ortaya dökülen soruna bariz bir çözüm bulup bunu önerme gafletinde bulunursa da, anlatanı öfkelendirmekle kalır yalnızca. Çünkü anlatıcının aslında tek derdi sırrını anlatmaktır. Sırrı anlatmak, başlı başına çözümün ta kendisidir çoğu zaman.
Kendinizi bir suçlunun yerime koyup “Ben böyle yapmazdım” demek düşündüğümüz kadar kolay olmayabilir; çünkü siz de onun gibi anne rahminde kokaine, kurşun zehirlemesine ya da fiziksel tacize maruz kalmadıysanız, durumunuz onunkiyle doğrudan karşılaştırılamaz. Beyinleriniz farklıdır; bu yüzden de kendinizi onun yerine koyamazsınız.
Bir milimetre küplük beyin dokusunda, yüz milyon kadar nöronlar arası sinaptik bağlantı vardır. Bu nedenle modern sinir sistemi görüntüleme tekniklerinden yararlanmanın, uzay aracındaki bir astronota pencereden bakıp Amerika’nın ne durumda olduğunu değerlendirmesini istemekle eşdeğer tutulabileceğini söylemek yersiz olmayacaktır.
199 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.