“Biliyorum, beni ancak Tanrı’nın yardım eli kurtarır. Ruhumdaki bütün o güç ve enerji deposundan geriye kalan şey sıkıntı ve ıstırap, çaresizliğe yakın bir şey. Kaygı,karamsarlık, tamıyla soğuk bir çalışkanlık, benim için bundan daha anormal bir şey olamaz, bir de buna yalnızlık eklendi - geçmiş yıllardan bana kalan bir şey yok. Ama yeni yeni yaşamaya hazırlanıyormuşum duygusu içindeyim. Ne komik değil mi? Bir kendinin yaşama gücü.”
Bundan daha beklenmedik bir şey söylenemezdi ama tam da ölü evin kendisini öğütmesine izin vermeyen, durumu ne kadar umutsuz olursa olsun kendini o kötürümleştirici bunalıma kaptırmayan birinden beklenecek bir şeydi. Dostoyevski ne de olsa özgür iradeye inanıyordu, onun kendi özelinde bu duygusu kişiliğinin derin özkaynaklarından fışkıran bir şeydi.
Dostoyevski’nin hayatında onu tamamıyla teslim olmuş halde gördüğümüz tek bir an yoktur, umut bağladığı şeylerden hangileri suya düşerse düşsün, başına ne gibi felaketler gelirse gelsin onu gelecek planları yaparken , burada şaşırtıcı bir şekide dile getirdiği o aynı enerji, aynı gelecek beklentisi gelgitini hissederken görmediğimiz bir an yoktur.